Gecenin bir yarısı uykumdan uyanmış ve yatağımda doğrulmuştum. Tabi “Yatağım” dediğime bakmayın, “Yatağımız” olacaktı. Ben ve eşim ile beraber on altı kişi yaşıyorduk. Dört tane çocuğumuz vardı ama oğlumuz öldü, gelinim ve iki çocuğu, en büyük kızımın eşi ve iki çocuğu, annem, kız kardeşim, eşi ve onun da iki çocuğu bizimle beraber yaşıyordu. Bu, burada bir evde yaşayan normal aile bireyi sayısıydı. Buradaki bütün ailelerin evdeki nüfusları en az on oluyordu. Evdeki nüfusları yirmiyi ya da otuzu bulan aileler de vardı. Biz onlara göre şanslıydık.
Yatağımızdan kalkmadan emeklemeye başladım. Biraz ilerlediğimde elimin önüne bir engel çıktığında, bunun Margret’ ın ayakları olduğunu anlamıştım, hiç düzgün uyumaz ve ayakları hep açıkta kalırdı. Margret, çocuklarımın en küçüğü olan kızımdı. Ayaklarını, battaniye olarak kullandığımız zenginlerin bize bahşettiği eski perdenin altına koyduktan sonra emeklemeye devam ettim. Elimle duvarı yoklarken küçük bir oyuk fark etsem de buna aldırmadım, ne de olsa evin her tarafında oyuklar vardı. Kapı olarak kullandığımız yine ince tül şeklindeki perdeyi elimle yokladım. İncelmişti sanki ama bunu fark edememem doğaldı ne de olsa evdeki çoğu şey eskisi gibi değildi. Haliyle çoğu şey değişmişti. Duvardaki oyuğa tutunarak ayağa kalktığımda perdeyi yavaş hareketlerle kenara çektim. Dışarıya yavaşça adım attım ve attığım adımla beraber yüzümün acıyla buruşması bir oldu. Her dışarıya çıktığımda kapının (perdenin) önünde hep ayağıma bir şey batardı ve ayaklarımın altındaki yaraları göremesem de acısı her zaman yarayı tahmin etmeme yardımcı olurdu. Ayağımı kaldırıp elimle yokladığımda ince çizgi halinde bir yara oluştuğunu tahmin ettim. Parmaklarıma sıcak bir sıvı bulaştığında yine yaradan kan geldiğini anladım. Birazdan yanımda birinin olduğunu hissettiğimde elimi ona doğru uzattım ve elimin, kolu olduğunu tahmin ettiğim yere çarpmasıyla yanımdaki kişi sesinde tedirginlikle konuştu:
-“S… Sen misin Malik?” Bu eşim Florida’nın sesiydi. Gece yokluğumu fark etmiş olacak ki beni aramıştı anlaşılan. Elimle kolunu sıvazlayarak:
-“Evet Florida, benim.” Dedim. Sesli bir şekilde nefesini dışarıya üfledi ve:
-“Tanrı aşkına, gece gece ne yapıyorsun burada?” Dedi. Ardından devam etti:
-“Yanımda olmadığını fark ettiğimde ne kadar telaşlandığımı biliyor musun?”
-“Üzgünüm, seni korkutmak istememiştim. Yalnızca fazla heyecanlıydım, bu yüzden de dışarı çıkmak istedim.” Dedim. Şu anda yüzünün üzüntüyle kaplı olduğunu tahmin edebiliyordum. Ardından bana sarıldığı zaman:
-“Heyecanını anlayamasam da tahmin edebiliyorum ama emin ol yarından sonra her şey çok güzel olacak. Bugüne kadar nasıl ki birbirimize tutuna tutuna yaşadıysak bundan sonra da bu şey değişmeyecek.” Diye teselli verdi. Evet, haklıydı yıllardır birbirimize tutunarak yaşamıştık, yüzünü görmeyi özlediğim bu kadına ben de aynı şekilde sarıldım. Hayatımın her anında her daim yanımda bulunan ve türlü fedakârlıkları göze alan bir eşti. Ondan yavaşça ayrıldığımda burnunu çekmesiyle ağladığını fark ettim. Her zamanki gibi duygusaldı.
-“Florida, neden ağlıyorsun?”
-“Senin adına o kadar mutluyum ki!” Diye cevap verdiğinde kabul etmeyeceğini bilmeme rağmen şansımı denemek adına:
-“Florida… Acaba diyorum…”
-“Hayır, o ameliyatı senin olmanı istiyorum, ben görsem de göremesem de sorun değil ama senin görmen çok önemli.” Diye lafımı böldüğünde, ben daha ağzımı açamadan devam etti:
-“Malik, ben de çok heyecanlıyım. Bu hayatının kararı, yüzünü göremediğim yılları artık sayamıyorum ve inan ki yüzünün şeklini unuttum ama senin yüzünü görmekten çok senin benim yüzümü görmeni istiyorum, bencil miyim bilmiyorum, ama çocuklarımızın yere düşerken ki hâlini, ağlarken ki yüz ifadelerini, gülüşlerinin güzelliğini, yıllardır yalnızca kokusunu duyduğun annenin masum güzelliğini görmeni istiyorum. Ben… Benim gözlerim açılırsa bile ne yapacağımı bilmem ki, bu karanlık dünyaya o kadar çok alıştım ki, aydınlıktan korkar oldum. Ne yapacağımı bile bilmezken, beni alıştığım şeyden alıkoyma lütfen.”
Türlü fedakârlıkları her zaman göze alırdı fakat bu tür bir olayda bu şekilde fedakâr davranması kimsenin yapamayacağı bir şeydi. Hüzünle:
-“Florida, lütfen…” dediğimde son bir kez daha burnunu çekti ve:
-“Ah! Hadi çok geç oldu, uyuyalım artık, dinlenmen lazım.” Diyerek konuyu kapattığında tek kelime etmeden içeriye geri döndük.
Yastığa başımı koyduğumda gençlik yıllarım geldi aklıma. 17-18 yaşlarımda Florida’yı ilk görüşüm, onunla tanıştığım zaman ve bana kocaman gülümsediği an geldi aklıma. Hatırlıyorum da onu ilk gördüğüm zaman ne kadar da heyecanlanmıştım. Gençlik işte! Simsiyah iri gözleri; bembeyaz inci dişleri. Uzun, siyah saçları vardı. 17 yaşlarındaydım evet, o da 15-16 yaşlarındaydı. Ailelerimize kararlarımızı açıkladıktan sonra onlardan gelen onayla evlenmiştik. Evliliğimizin üzerinden 1,5 yıl anca geçmişti ki küçük bir kız çocuğumuz olmuştu, gözlerini annesinden almıştı. O, çok güzel bir bebekti. Adını “Elisa” koymuştuk. Onu ilk ve son defa gördüğüm zamanlardı. Elisa daha 3-4 aylıktı ve bulanık görmeye başlamıştım. Ne Elisa’yı, ne Florida’ yı ne de doğacak başka çocuklarımı görememem o kadar acı veriyordu ki kalbime! Bu acı, katlanılamaz ve bir o kadar da boş hissettiriyordu. Bir nevi Tanrı’ ya isyan etme iştahımı kabartıyordu. Lakin hiçbir zaman Tanrı’ ya, gözlerimi kör ediyor diye isyan etmedin. Çoğu gençten daha bilinçliydim!
15-16 yaşlarındayken annem gözlerinin kararmaya başladığı ilk zamanları anlatmıştı. Buradaki çoğu insan 17-18 yaşlarında körleşmeye başlıyordu. Bunu ilk duyduğumda 17 yaşıma yaklaştığım zamanlardı. “Ömür boyu kör yaşayacaksam yaşamanın ne anlamı var!” Deyip intihar etmek istemiştim ama yapamamıştım. 17 yaşına girdiğim ve intihar düşüncesinin aklımda yer edindiği zamanlarda Florida’ yı görmüştüm. Bana gülümseyişi vardı ya, işte o zaman kör olsam da sorun olmaz diye düşünmüştüm. Zaten onun dışında kimseyi görmek istemiyordum ki! Ömür boyu kör olsam da yalnızca onun hayaliyle yaşama fikri hoşuma gitmişti. Bana gülümseyişini ömür boyu hayalimde taşıma fikri sayesindeydi intihar etmemem, edememem.
Beni hayata döndüren, hayata tutunmamı sağlayan Florida idi. Körken yaşamayı değerli kılan da oydu. Göremese de her daim yanımda olan oydu ve şimdi onun yerine benim görmemi isteyen yine o.
Kendime söz verdim, gözlerim açılınca yapacağım ilk şey Florida’ ya, hayatım boyunca bana türlü fedakârlıklar yapan eşime doyasıya bakmak olacaktı. Ardından şimdi kocaman olan kızım Elisa’ ya ve yüzünü hep merak ettiğim çocuklarım Margret ve Noru’ ya. Anneme, torunlarıma, küçüklük anılarımda saklı olan kız kardeşime ve diğer herkese.
Ertesi sabah, doktorun yanına gittiğimizde bütün ailemle birlikte gittim. Tabi göremeseler de, hepsi merak ediyordu. Doktor son kontrolleri de yaptıktan sonra hemen ameliyatı olabileceğimi söyledi. Ameliyathane hazırlandı ve heyecanım giderek artmaya başladı. Bugün her şey değişecekti, yıllardır özlemini çektiğim her şeye doya doya bakacaktım. Her şeyi çok özlemiştim. Aydınlığı, güneşi, aile bireylerimi, hatta kendi yüzümü bile özlemiştim. Nasıl bir yüzüm olduğunu unutmuştum. Ailem biraz daha zengin olsaydı ve evimize ayna alabilseydik eğer, kendime doyasıya bakardım ve işte o zaman yüzümü belki de hiç unutmazdım.
…
Yavaş yavaş uyandığımda doktorun benimle konuşmaya çalıştığını duyabiliyordum. Bu gece kontrol altında kalmam gerektiğini söylüyordu. Ertesi sabah uyandığımda gözlerimi açmaya çalıştım ama olmuyordu. Doktorun sesini duymamla beraber, gözlerimi açmaya çalışmama bir son vermiştim:
-“Malik bey, gözleriniz yaşınızdan ve yıllardır işlevini yitirdiğinden dolayı, yaptığımız Katarakt ameliyatı biraz ağır oldu. Yaklaşık bir haftaya kadar gözlerinizin dinlenmesi gerekiyor ve hemen ardından görebileceksiniz. Hemen göremediğiniz için üzgünüm.” dedi. Hafifçe gülümsedikten sonra:
-“Sorun değil doktor, yıllardır göremiyorum, bir hafta daha göremesem sorun olmaz.” Doğruyu söylüyordum, yıllardır kördüm ve bir hafta daha kör olarak yaşayabilirdim. Ama yıllardır çektiğim sabrı bu bir hafta çekemeyecekmişim gibi geliyordu. Bu bir hafta yıllardan daha uzun gelecekti…
Doktordan bazı tavsiyeler daha aldıktan sonra eşimle beraber eve gittim. İkimiz de öyle hüzün doluyduk ki, eve gidene kadar tek kelime etmedik. Yıllardır körüm ve hiçbir zaman kötü hissetmedim, ama şu anda o kadar kötü hissediyor ve kör olmam o kadar zor geliyordu ki bana, küçük bir çocuk gibi ağlayabilirdim.
Bir hafta olmuş ve bandajlarımı açsın diye doktora gelmiştik, bu bir hafta boyunca ailecek mutsuzduk ve onları mutlu etmek için hep, bir kaç gün sonra gözüm açılacak diye mutluymuşum gibi davranıyordum. Doktor yavaş yavaş bandajları açarken buna hazır mıydım bilemiyordum. Yıllardır göremediğim dünya elbette ki çok değişmişti ve ben karanlık dünyamdan çıkıp bu yeni dünyayı girmeye hazır mıydım? Endişeli, mutlu ve de hüzünlüydüm. Bandajların hepsi açıldıktan sonra doktor gözlerimi yavaşça açabileceğimi söyledi. Doktorun dedikleriyle beraber önce afalladım ve biraz diretsem de yavaşça yılların biriktirmiş olduğu hasreti bırakmaya başladım. Hafif aralanmış göz kapaklarımın arasından önce doktorun yeşil renkte gözlerini gördüm, uzun yıllardır görmediğim yeşil renk biraz tuhaf gelmişti, siyahtan başka bir renk bilmiyordum kaç yıldır. Her şeyi görmek istiyordum, doktorun gözlerinin her noktasını inceledim ardından gözlerim arkasındaki kişiye takıldı. B… Bu Florida olmalıydı. Yavaşça ayağa kalktım ve karşımdaki, yıllardır görmeyi ne kadar özlediğimi fark ettiğim eşimin yüzüne hasretle baktım. Hâlâ upuzun, siyah saçları vardı. Ona ne kadar yakıştığının farkında bile olmadığı gülüşü vardı dudaklarında. İnci dişleri; yıllar önceki gülüşü; göz kapakları ile örtülü ama hâlâ çok güzel olduğunu haykıran gözleri, gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar ve yaşlanmış olsa da hâlâ güzel olan yüzüne doyasıya baktım. Hasretle dolup taşan gözlerim, bu kadar görmeye dayanamadı ve gözlerim dolmaya başladı. Çocuk gibi ağladım, durdum. Rüyada gibiydim. Hatta rüya bile sayılmazdı, bu başka bir boyuttu. Etrafımdakileri tek tek inceledim durdum. Nesneleri ve daha birçok şeyi. Hem ağlıyor hem de etrafımdaki aile bireylerime sarılıp duruyordum ama içimde biriktirdiğim hasret dinmiyordu. Etrafıma ve aileme bakmaya doyamıyordum. Bu kadar mutluluğun içinde bir hayal kırıklığı kırıntısı hissettim içimde. Her şey iyi hoştu ve gözlerimi açtığı için tanrıya ve doktora binlerce defa şükretsem de bir şeyler eksik gibiydi. Yine görebildiğim için çok şanslıydım ama… Ama hiçbir şey hayalimdeki gibi değildi. Bu, şükürsüzlük gibi olacak ama gerçekten bu his çok kötüydü. Mesela ben doktoru yeşil değil kahverengi gözlü hayal etmiştim. Florida aynıydı ama saçlarını kesmişti hayalimde. Hem tedavi gördüğüm yer de hayalimdeki gibi değil. Yatağı beyaz değil yeşil örtüyle hayal etmiştim, aletler solda değil sağdaydı. Doktor kısa boylu ve esmerdi. Her şey hayalimdekinin zıttı idi.
Derin bir nefes aldım… 49 yıldır göremediğim ve sonunda görebildiğim için şükür ettim. Hayalini kurduğum her şey çok güzel olsa da gördüklerim de bir o kadar güzeldi. Bütün benliğim karanlığı, siyahı sarsa da, bu diğer renkler de çok güzeldi. Eve gidene kadar her yeri milim milim incelemiştim. Evdeki her şeye tek tek bakmış ve gece olduğunda bile hâlâ uyuyamamıştım. Bir süre sonra o kadar huzurlu hissetmiştim ki uykum gelmişti ve gözlerimi kapamak çok güzel bir duyguydu. Sanki sonsuz bir uyku çekecekmişim gibiydi.
…
Ertesi sabah aile üyeleri uyandığında çok geçmeden Malik’in sonsuz bir uykuya uyuduğunu fark etmişlerdi. O, 49 yıllık acısını, körlüğünü bir günde unutmuş ve bir günlük görüşü dünyalara bedel olmuştu. Artık çok daha huzurluydu çünkü gittiği yerde istediğini hayal edebilecekti…