Çevresinde çok sevilen sempatik, duyarlı, iyi yürekli ve duygulu bir insandır Orhan Veli. Alaycı görünüşünün altında ciddilik, ilgisiz davrandığı kişi ve olaylara karşı derin bir merak taşımıştır. Kaygısız ve şen görünen Orhan Veli, aslında üzgün, alıngan ve dertlidir. Kendisini Mevlana’dan çevirdiği bu rubaiyle daha yakından tanıma fırsatı bulabiliriz:
Vaktâ ki beni gamlı görürler, şâdım
Vaktâ ki harâbım sanılır, âbâdım
Toprak gibi sâkin ve hâmûş olduğum ân
Göklerde inilder nice bin feryâdım
Orhan Veli, hayatının bir yanıyla şiirlerinde yansıttığı halk adamı tipine özenmektedir. Yarı İstanbul kabadayısı, yarı taşralı olan bu tiple, şairin içli dışlı olmaya çalıştığı, kendini onlar gibi tasarlayıp şiirine koymak istediği görülmektedir.
Umursamaz, bohem görünüşüne rağmen kibar bir insan olan Orhan veli, şiirde olgun bir zevke de ulaşmıştır. Bununla birlikte, şiir sanatına çok ciddi şekilde bağlı olduğu görülür. Bir konuşmasında: ”Gördüğüm işin ciddiliğine kaniim. Yeni şiir bana latifeymiş gibi gelmiyor. Pek o kadar kolay şiir yazamıyorum. Senede üç dört şiirden fazla çıkmıyor.” demesi de bunu gösteriyor.
Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.
Orhan Veli, çok okuyarak ve araştırarak Doğu ve Batı kültürleri edinmiş bir aydındır. Şiirin başlıca meseleleri üzerinde düşünmüş neleri yıktığını ve neleri yaptığını önceden kestirmiş ve ne yaptığını gayet iyi bilen bir şair olarak kaleme almıştır şiirlerini.
Orhan Veli, iki arkadaşıyla yayımladığı Garip kitabının önsözünde ve nesir yazılarında şiir anlayışını belirtmiştir. Şiirde, vezin ve kafiyenin gereksiz olduğu kanısındadır. Ona göre:” İlk insanlar kafiyeyi, ikinci satırın kolay anlaşılması için yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadıyla kullanmışlardı. Fakat onda, sonradan bir güzellik de buldular. Onu, hikmet-i vücudu aşağı yukarı aynı olan vezinle birlikte kullanmayı bir ustalık saydılar. Bugünkü insan, öyle zan ve temenni ediyorum ki, vezinle kafiyenin dışında da, vezinle kafiyeye rağmen mevcuttur. Şekil (biçim) şiirin kalıbı değil asıl kendisidir. Diyeceğim ki, güzel mısra, en iyi ifadesini bulmuş hayal değil, içini kendisine en uygun hayal ile doldurabilmiş şekildir.”
Orhan Veli, şiirde dile büyük değer veriyor. Ona göre: “ Şiirin bütün meselesi deyiştedir… Fakat kelimeleri kullanırken onların ille de güzel olmasına bakmamalı ve “şairane” telakkisinden kurtulmalıdır. Eski şiir şairane’ye saplanmıştır. O eski lügatin çerçevesinden kurtulmadıkça, şairane’den kurtulmaya da imkân yoktur. Şiire yeni bir vokabüler getirme cehdi, bu cinsten bir kurtulma arzusunun belirtisidir. Nasır ve Süleyman Efendi kelimeleri şiire bunun için sokulmuştur. Şairane’yi arayanlar, o sözlere tahammül edemiyorlar.”
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
Orhan Veli, yeni şiire hedef olarak halk dilini gösterir ve kendisi şöyle der: “Bunun için şartlardan bir tanesi de dilin, konuşulan dilden azami derecede faydalanmak suretiyle zenginleşmesidir… Halkın dilinde, her şeyi anlatmaya yetecek kadar tournure (kıvraklık) vardır.”
Şiir dilinde şairaneliği reddeden Orhan Veli, “lâfız ve mana sanatlarına yani mecazlı anlatıma da şiddetle karşı geliyor. Onca: teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmektir. Hâlbuki teşbihten ve İstiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı, bugünün münevveri garip telâkki etmektedir… Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmıştır. Hayran olduğumuz insanlar, bunlara birkaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklardır? Teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayâl zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.”
Orhan Veli, şiirde mısra ve parça güzelliği değil bütünlük gözetir. “Şiir, öyle bir bütündür ki, bütünlüğünün farkında bile olunamaz… Tuğla güzel değildir, sıva güzel değildir. Fakat bunlardan terekküp eden bir mimari eser güzeldir.” der kendisi.
Orhan Veli, ilk şiirlerinde hece ölçüsü ve kafiyeyi kullanmışsa da 1940’tan sonra asıl şiirlerinde vezni attığını kafiyeyi de umursamadığını görürüz. Gördüklerini olduğu gibi süslemeden verebilmeye çalışmıştır. Şair, süsleri atarak şiirin özüne ulaşmak istemiştir. Günlük hayatı ve sık sık görünen manzarayı, herkesin dikkat etmediği güzellikleriyle sunmuştur.
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!..
Orhan Veli, şiirlerinde bir olayı, hikâyeyi yaşatır gibidir. Yazdıklarında kahraman kendisidir. Bazen de halk adamları, işçiler veya küçük memur tipleri şiirlerinde yerini almaktadır. Bu kişiler, gösterişsiz ve sıradan bir ömür sürerler. Bu kişiler belli bir sosyal sınıfa dâhil değiller.
Sizin için insan kardeşlerim,
Her şey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
Merhabalar sizin için;
Sizin için limanda sallanan direkler;
Kayıkların boyaları sizin için;
Sizin için postacının ayağı,
Sizin için mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.
Orhan Veli’de en köklü duygulardan biri de alıp başını çekip gitmek olduğunu görürüz. Birçok şiirinde gezme, dolaşma seyahat havası göze çarpar.
Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz…
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Orhan Veli’de İstanbul sevgisi, özellikle denizi, balıkları, rüzgârları, manzaraları seyretme ve özleme hali onun şiirlerinde yer edinmektedir. Orhan Veli’nin İstanbul’u tarih, sanat, kültür İstanbul’u değildir. Cıvıl cıvıl insanların dolusu, çiğnenmiş kaldırımlar, içilmiş meyhaneler, yaşanmış aşklar dolusu bir İstanbul’dur. Üsküdar, Galata, Kapalı çarşı, muhallebici dükkânı, köprüden geçen kadınlar, güvercin dolu avlular, dalyanda çekilen ağlar… Bu tür rengârenk hikâyelere şahit oluruz şiirlerinde. Bu anlattıklarımızı en güzel şekilde özetleyecek olan şiiri “İstanbul’u Dinliyorum” şiirini paylaşacak olursak:
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
OKUNACAK ESERLER
Derleme: Orhan Veli Kanık, 1952
Kanık, Adnan Veli: Orhan Veli İçin, 1953
Köksal, Yaşar: Orhan Veli Kanık.