Ben Agop, insanların arasından çıkageldim aranıza. Nasıl geldim inanın bilmiyorum. Eğer bilseydim yeryüzünün bu kadar acınası hâlde olduğunu, inanın bana anne rahmine daha sıkı tutunurdum. Öyle bir tutunurdum ki bir süre sonra etrafa toksikler saçıp, sığındığım bedeni öldürebilirdim. Ama yapmadım. Çünkü; yeryüzünü merak ediyordum. Sesleri, güneşi, ayı, dünyayı, en çok da insanları merak ediyordum.
Bulunduğum ortam fazlasıyla karanlıktı, yeryüzüne geldikten sonra asıl karanlığı gördüm. Asıl karanlık aslında gözlerimizin görebildiği ancak gördüğüne alışamadığı karanlıktır. Yani karanlık diye bir şey yoktur. Karanlık hep kendinin karanlığıdır. Algıyı beynimiz yaratıyor, gözlerimiz ise sadece aracı oluyor, tıpkı ateşte olduğu gibi. Ateşi görebiliyoruz, hissedebiliyoruz. Ancak dokunduğumuz zaman canımız yanıyor. Yani bunu isteyen biziz, eğer ateşe dokunmazsak ateş hep zararsız olacaktır.
Karanlık siyah, ateş kırmızı mıdır? Ya ateş soğuk ise. En tehlikelisi olmaz mıydı? Çünkü insanın sıcaklığından beslenecek, önce kendine alıştıracak, sonra birden canını yakmaya başlayacaktı. Ama bunu birdenbire de yapmayacaktı. Eline aldığını sandığın ama yalnızca histen ibaret olan bu duygu bir müddet sonra kalp atışını yavaşlatacak, bedeninden bir şeyler koparırcasına vücudunun sıcaklığını alacaktı. Olmakla olmamak arasındaki bu şey yalnızca bir can acısı olarak kalacaktı. Hissettiğin tüm duygular yerini kine bırakmaya başlayacaktı. Çünkü; gördüğünü sandığın her şey canını acıtmıştır, içinde bulunduğunun kavganın kimle olduğunu bilmeden.
Kafan karıştı mı tıpkı benim gibi? İsmimin anlamına baktım. “Tanrı taraftarı” demekmiş. Yani insanları yok sayacak kadar taraftarım, bir holiganım, kanunu yazılı bu adaletsiz düzenin yağmalayıcısıyım. İsminiz kaderinizdir derler, ben kaderin ta kendisi mi oluyorum? Eğer öyle ise kaderimi annem ile babam mı çizdi? Yoksa onların kaderini de isimleri mi belirlemişti? O hâlde Agop isminde bir holiganın, çocuğunun ismi ne olabilirdi ki? Eğer çocuğumun kaderini belirleyebileceksem adını Mordad koyardım. İkiz olacaklarsa Mordad ve Hemah koyardım. Madem kaderini ben belirliyorum. Çocuklarım birer ölüm meleği olsun. Vakti bu Dünya’da dolmuş insanların canını acıtmadan alsın.
Güneş’i düşünüyorum, yıllarca onu Tanrı zannetmişler. Güneş Tanrı ise eğer neden insanların üşümesine müsaade ediyordu? Hem Kuzey İskandinavya’da doğan bir çocuk ile Kuzey Afrika Mısır’da doğan çocuk Güneş’i aynı şekilde göremezdi ki. Sorunumuz da bu zaten. İnsanlar hep inanmak istemiştir. Her ne olursa olsun insanlara inanç aşılayanlar kazanmıştır. Bir rahibin her sabah uyandığında inancını sorgulaması gibi. Sorguluyor çünkü; kilisede insanlara inanç aşılayacak, sorgulayamayıp inancından şüphe etmeye başlarsa işini tam anlamıyla yerine getiremeyecek.
Bir nesil kader çizmek istiyorum. Çocuklarımın çocukları olunca da isimlerini Zazel ve Asiel koymalarını istiyorum. Onlar babalarının tam tersini yapacak ve yaşattıklarına son verecekler inanıyorum. Kendi isimlerinin anlamını yaşayacaklar benim gibi. Ve insanların ani ölümlerine karşı savaşacaklar, yani babalarına karşı cephe alacaklar. Çünkü onlara verdiğim isimler kaderlerini belirleyecek.
Sana sesleniyorum! Bana iki çocuk bahşederek kaderinin ismine razı geldiği Freya. Bereket ve aşk tanrıçam. Yazdıklarımı çocuklarıma sakın okuma. Onlara çizdiğim kaderi yaşat. Babalarının bir holigan olduğunu öğrenmelerine müsaade etme. Birazdan ölüm meleği yanıma gelecek ve ondan çocuklarım için izin isteyeceğim. Çok yakınımda o, görebiliyorum; kalbimi, karanlığı ve soğuk ateşi hissedebiliyorum. Çok az kaldı, Güneş’i son kez gördüğümü biliyorum. Çocuklarımın kaderlerine yardımcı olduğum için bu ölümü hak ediyorum.