senin geçtiğin yolların ardından bakarken
gözlerim doluyor
kayboluyorsun
kaybolduğun yollardan geçerken
kokun boğazımı düğüm düğüm ediyor
nefes almak neydi, ne içindi unutuyorum zaman kavramı denilen şey
ilerlemeyi kesmiş vaziyette
ve
hayatı ciğerlerime zindan ediyorum
bir daha geçme tatlı ve zehirli kokunla bu yollardan
gözlerinin beni hangi asırda sürgün ettirdiğini unutturma bana kalemimi ağlatıp dertlerini kulağıma fısıldatma
süründürüp ağlatma beni kelebeklerin geçtiği yollarda
dik yokuşun sonundaki minik evimi yıkma uçuruma bir kağıt parçası gibi fırlatma
gözlerimde dizdiğim kitapları
gözlerinden, gözlerime hücum eden alev parçalarıyla kül etme şarkının en sevdiğim nakaratı olup
kuş cıvıltısı kadar duru şarkımı unutturma bana. gözpınarlarımı hüzünle sarsma
bırak mutluluktan çatlasın gözpınarlarım
bırak balıklarım senin gökyüzünde yüzsün
gözlerini yüzümde gezdirdiğini hissetmemek ölüm gibi o kadar güzel, o kadar iç ısıtan ışıltısı var ki
yıldızlar, gülümseyince kısılan gözlerini görse kendi ışıklarından utanır
gökyüzü gözlerini seninle değiştirmek ister
işte o yüzden korkarım gözlerine bakmaya
ki zaten bir kere dahi olsa bakmam, bakamam… bakmadan yüreğimi yakan gözlerin,
gözlerinden yüreğini seyre dalarsam alev olup küle dönüşürüm.
onun için senin tünellerinden geçmeden milyonlarca kez fenerimin pillerini kontrol ederim,
korkarım tam yol ayrımına varınca ışıkları kesip beni boşluğun çıkılmaz uçurum sokaklarına itersin aşk ile sevginin arasında kaldım, aşkla sevginin veya kokunla ölümün arası yine çıkmaz sokakların değil midir?