“Medeniyet sözcüğünü, düz bir çizgiyi, üçgeni veya bir kimyasal elementi tanımlarmış gibi basit ve kesin bir biçimde tanımlayabilmek güzel olurdu. Maalesef sosyal bilimlerin sözcük dağarcığı böylesi tanımlara pek az izin verir”.
FERMAND BRAUDEL
Kurulu dünya düzeni milyonlarca yıldır sürekli bir değişim içerisinde. İnsan doğanın, hayvanın, kendi hemcinsinin mevcut yapısıyla oynayarak imkânsızın prangalarından, sıyrıldıkça keşfetmenin öfkesi önlenemez bir hal almakta. İnsan, bütün robotik sistemlerin aynı anda işleyişi ile evreni ters yüz etmekle beraber medeniyet kavramını da başkalaştırmakta. Okumaları bu bağlamlarda ele alacak olursak aslında her yönüyle kendini bile yeniden inşa eden insanın olduğu şu evrende medeniyeti nerede aramalı? Medeniyeti tek bir düzlemde ele almak mümkün mü? Gibi temel sorunsallar ile karşılaşabilmek mümkün o zaman biraz durup düşünmeli ve medeniyeti hangi paradigmalar üzerinden anlamamız gerektiğine yönelmeliyiz.
Medeniyet kavramı birçok sosyal bilimci tarafından farklı tanımlamalar ile betimlenmiştir. Medeniyet kavramı her kavram gibi düşünce tarihi boyunca değişik anlam kaymalarına uğramıştır. Medeniyet, çeşitli zihniyet dünyalarında farklı şekillerde algılanmış ve tanımlanmıştır. Medeniyetin, belirli bir insan topluluğu veya toplulukların belirli bir coğrafya üzerinde ve belirli bir zaman içinde ortaya koydukları değerler bütünüdür diyebiliriz. Ancak
Medeniyet tanımlanmaktan çok anlaşılmaya dayalı olmalı çünkü medeniyet anlaşıldığı takdirde yaşamsal bir önem kazanır. Evet, bugün tanımlamada bocaladığımız medeniyet tek bir unsurun ürünü değildir. Bir toplumun kültürü, yaşam biçimi, sanatı, dini ritüelleri o toplumun medeniyet basamaklarını tırmanmasında en önemli faktörlerdendir. Tartışılmaz olan şudur ki kavramı tek bir unsur üzerinden ele almak medeniyeti tek mercek altında inceleyip noksan bir tanımlamaya evrilmekten başka bir şey değildir. Medeniyet kelimesi şehir hayatının ortak noktası olan sosyal, siyasal, entelektüel kurumsal, teknik ve ekonomik alanlardaki birikim, düzey ve fırsatlarını ifade eder. Medeniyet dinamik bir yapıdır. Kendini kuşaktan kuşağa aktarmasını bilir. Tarih felsefesi ve sosyoloji ilminin kurucusu kabul edilen İbn-i Haldun’a göre yeryüzünde birçok medeniyet kurulmuştur. Bunlar bir süre yaşadıktan sonra yerlerini başka medeniyetlere bırakmışlar. O zaman diyebiliriz ki medeniyet canlı bir organizmadır. İnsan gibi doğar, büyür( gelişir) ve ölür. Medeniyet milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama araçlarının bütünüdür.