Bir bina düşünelim, halka biçiminde. Binanın ortasına bir kulenin yerleştirildiğini varsayalım. Kulenin çevresini saran halka şeklindeki bina ise her biri binanın iki tarafına doğru derinlemesine uzanan hücrelerle dolu. Kulenin her penceresi halkanın iç cephesini görüyor. Hayal edelim, bütün hücreler ayrı ayrı kuleden gelen parlak ışıklarla gözleniyor. Her hareketlerinden haberdar olunan mahkumlar ise gözleyenini görememenin vermiş olduğu çaresizlikle yaşamakta.
“Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak, yalnızca eylemlerin sonuçları ile değerlendiren ve onlara yalnızca sağladığı fayda olarak bakan” Faydacılık akımının kurucusu Jeremy Bentham teorisi olan panoptikon’u kendi tanımı ile şöyle açıklar: “Tasarımı yapılan Panoptikon’da en önemli temel ihtiyaç karşılayan yan, çok sayıda insanın gözetim altında tutulmasının amaçlandığı binalar marifetiyle, çevrelenemeyecek ya da denetlenemeyecek kadar geniş mekâna sahip olmayan, istisnasız bütün kurumlara uygulanabilir olduğu kabul edilecektir.”
18. yy’da ortaya çıkan bu felsefe gözetim altında tutma, zorla çalıştırma, eğitim gibi pek çok amacı barındıran ve ana düşüncesi geniş kitleler üzerinde otorite kurma fikriyle ortaya çıkmıştır. Peki bu mekanizma günümüzün çağdaş yaşamında farklı bir şekilde ortaya çıkmış olabilir mi? Etrafımız bu sistemle sarılı olabilir mi?
18. yüzyılda panoptikon’un asıl amacı toplumsal sınıflamaydı. Peki günümüz panoptikon’u nedir ve ne gibi sonuçlar ortaya çıkarmış olabilir? Günümüzde izlenme ve takip edilme sosyal medya platformlarının kurulması ile başlamıştır diyebiliriz. Asıl trajik olan ise bu platformlarda mahremiyetin gönüllü bir şekilde terk edilmiş olmasıdır. Sosyal medyanın dinamiklerinden biri bireyin görünmek, fark edilmek ve beğenilmek istemesidir. Bu güçlü bir motivasyon şeklidir insan için. İnsan, paylaştığı videolar ve resimlerle ne kadar anlamlı bir hayat sürdüğünü ispatlama çabasındadır. Dostlarını, ailesini, gezdiği yerleri kısacası hayatına dair her ayrıntıyı paylaşırken izlendiğinin ve dinlendiğinin, en önemlisi kayıp giden mahremiyet sınırlarının farkında değildir. Peki kişinin bu izlenme ve mahremini paylaşma isteğinin sebebi ne? Zorunlu değilken bu şekilde izlenmeyi istemesini ne ile yorumlayabiliriz diye düşünmek gerekirse sosyal medyanın zorunlu bir ihtiyaç gibi görünmesi demek en açık cevap olabilir. Peki sadece sosyal medya platformlarının izlenmeyi sağladığını düşünmek doğru mu? Elimizde bulundurduğumuz akıllı telefonlar ne derece gizlilik içermektedir? Şeklindeki soruları kendimize soralım, alacağımız cevap aslında gizliliğe dair düşüncelerimiz hakkında ne kadar yanıldığımızı ortaya koyabilir. Örnek vermek gerekirse bir arkadaşınızla bir markanın belirli renk ve desendeki kıyafet modelleri ya da tatil planları hakkında konuşurken telefonunuza bu konularla ilgili mesajlar ya da reklam içeriklerinin gelmesi dikkatinizi çekti mi acaba? Sokakta yürürken izlenmek, alışveriş yaparken izlenmek, dinlenirken izlenmek…
Aslında bunların hepsinin ortak geçerliliği, korunma ve güvenlik kılıfıyla giydirilip bireye güven veriyor olmasıdır. Bu da bizi bu sistemin gönüllü köleleri haline getiriyor. Peki nasıl olur da hepimiz gözetimin bu yeni ve yaygın versiyonunun gönüllü köleleri olabiliyoruz? Mahremiyetten vazgeçip sürekli izlenir olma durumumuzla yaşıyoruz? Hatta bir süre sonra izlenmiyor olma ihtimalinden korkmaya başlıyoruz.