Sevgili Sannora
Seni gördüm az önce. Sen gördün mü bilmiyorum. Telefonla konuşuyordum. Telefonun ahizesinde –Allahtan- annemin sesi vardı. Yoksa kumdan bir kale gibi milyonlarca zerreye bölünüp yok olurdum.
Biliyorum, objektif ölçü birimlerinin ölçemeyeceği kadar uzaktasın. Ama seni gördüm az önce. Bilmeyenler iki adımlık yol, 30 saniyelik mesafe veya 50 metre uzağımda olduğunu iddia edebilirler. Ama sen hepsini yalancı çıkarırsın yine.
Yorgun görünüyordun. Ben de yoruldum. Artık sürekli yorgun olmaktan bile yoruldum. Fark ettim ki bu aralar sen de benim gibi kalbine yatmayan bir şeyi düzeltmekle uğraşmıyorsun. Usulca oradan uzaklaşıyorsun. İşte ben de öylece uzaklaştım seni gördüğüm yerden.
Sevgili Sannora
Akdamar adasının hikâyesini bilir misin? Hiç konuşmamıştık bunun üstünde ama eminim biliyorsundur. Uzakta titreyen bir mum alevi seven bir yüreğin hem yaşam kaynağı hem de felaketi olmuştu o hikâyede. Sen de karşı kaldırımda titreyen bir mum aleviydin o gece.
Sevgili Sannora
Seni gördüm. Ama kimseye anlatmadım. Gülerler diye korktum. Seni gördüm ama az önce miydi emin değilim. Bak ben de gülüyorum kendime. “Allah’ım o an orda donup kalmalıydım.” dediğini varsaydım. Çünkü ben donup kalmıştım bir anlığına. Gözümü kırpacak mecalim kalmamıştı. İçimden bir şeyler koptu caddenin karşısına doğru koştu. Ama arabalar, insanlar, ışıklar o kadar yoğundu ki geçemedi karşıya.
Sevgili Sannora seni gördüm galiba. Sen de beni gördün sanırım. Birbirimizi gördüğümüze göre aslında o kadar da uzak değiliz değil mi?
Yoksa bu mektubu sana asla ulaştıramayacak kadar uzakta mısın?