Kapı gıcırdamaları… Uğultular… Ne zaman çıkmaya kalksam şu merdivenlerden yıllanmış aşkların kadınları zılgıtlarla uyandırıyor şad olmuş zihnimi. Uyan diyor Farsian! Bir sen kaldın bu alemde beline umudunu dolayan. Dilden dile dolaşırken değişmiş sevdaların o tütsü kokulu anıları yok artık buralarda.
Vefamın en masum hali. Vazgeçmeyiş.
Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği iki nimetten ilki: Unutmak. En ince ayrıntıları ile kendi kainatımıza işlediğimiz o şeyin, yavaş yavaş eridiğini hissederiz, hissedilmeye itiliriz veyahut hissettiğimizi sanarız. Adına ne derseniz deyin. Bize verilen bu armağanın en büyük düşmanı olan hislerimiz, ardına anıları alıp dayanıyor kapımıza. Kızıl gökyüzü bile göğüs kafesimize vurmuyor mu akşamüstleri bir ince hüzün ile. Bir daha şiir okumamaya yemin etmiş kaç dudak var aramızda? Kaç kalemin mürekkebi küstü saman kağıtlarına? Gülerken kırışan dudak kenarlarında kaç ahd’ın ahı var gizlenen?
Unutmak; zaman eşliğinde boğazımızdaki düğümleri öğütmek ya da o düğümlerle yaşamaya çalışmak. Kulağımıza küpe değil de ince bileklerimize sarmal doladığımız zincirlerdir asıl kimliğimiz.
Tan yerinden güneşle beraber uyanan yaşam döngüsü. Nereye dokunacağını bilmeyen sözcüklerin doğumu. Her merhabaya olduğu gibi her vedaya yüz tutmak; bir doğumun sonunu da beraberinde getirdiği gibi. Yirmi bir gram ruha ağır gelen dağılmış, omuz hizasındaki saçlar ve bu saçlara dokunan isimsiz yakarışlar. Güneşin her bir ışınının tenine değecek noktasını ezberlemek. Gelmiş ve gelecek olan tüm iyi niyetlere şer amellere bel bükmek.
Mutluluklarını, hiç olmadık yerde aniden karşısına çıkıveren umutlarını heybesinde taşıyan var mı ki? Güzel lütufları, manidar sözleri kasımpatıya sarıp cebinde saklayanlar kimler ki? Oysa her bir adımda yanına kamçısını, kefareti güç kelimeleri, gökyüzünün mavi değil de gri rengini göz perdesi yapıp öyle aşmıyor muyduk engellerimizi? Kuşku… Kuşku ile bakmıyor muyuz her göz bebeğine? Nedir bu ruhumuzun çeperine ördüğümüz surlar? Büyümek dediğimiz şey aslında bir baş kaldırış değil miydi? Zamanın, nefesi yüzümüze soluyuşuna alışmaktır asıl yaşın kemale ermesi. Yenilgiye atılmış her bir kulacı artık yavaş yavaş sineye çekmektir. Bazen bir başarısızlık bazen de bir teslimiyet halidir; Tanrı’nın ikinci büyük nimeti olan alışmak.
Ey zihnimde tabakalaşmış bu esaret döngüsü!
Ey sokaklarıma dökülen yaban, hoyrat adımlar!
Yıldızların ışıltısını kaybettiği, ayın yüzünün düştüğü geceden selam olsun!