UYARI – MUHTEMEL SENARYOLAR

Önceki İçerikKarpuz Dilimi
Sonraki İçerikGÜL HANIM

Her geçen sene bir yenisi çıkan kameraların saniyede yakaladığı kare sayısının artması, aslında yaşananların “bir kareler bütünü” olduğunu gözler önüne seriyor. Alelade çektiğimiz küçük bir kare, günü geldiğinde filmimizin kapak fotoğrafı olabilir. O Gala Gecesi’nde, hayli akışkan, görüntü kalitesi yüksek ve keskin LCD ekranlarda yönetmeni olduğumuz bu filmi izlerken pişmanlık yaşamayalım diye “Prodüksiyon Şirketi’nin Sahibi” tarafından birtakım uyarılar alıyoruz. Pozlama yöntemlerini ve kamera açılarını öğretiyor bize…

Uçurumun başındayız, yer kaygan – yerin kaygan olmasının sebebi belki de daha evvel kirli olan ellerimizi yıkarken yere damlayan sabun damlalarıdır – evet yer kaygan, ha düştük ha düşeceğiz, bir uyarı geliyor bize: “Yapma” diyor “yapma, sen o suyun balığı değilsin, sonra düşer ayağını sırtını kırarsın, yapma, sen mis kokulu bahçelere layıksın, ne işin var bu küflü ve kokuşmuş ortamda? Biz seni bu kadar seviyorken ne diye bizden sırt çeviriyorsun?”
Tabiri caizse dizine yatırıyor bizi, saçlarımızı okşuyor ve anlatmaya başlıyor. Eğer bu uçurumu terk etmezsek senaryonun nasıl devam edeceğini ve filmin nasıl biteceğini bildiği için, filmi ileri sarıyor, eğer bu yoldan dönmezsek filmin nasıl biteceğini görelim ve vazgeçelim diye anlatmaya başlıyor:

1. SENARYO – VASAT ROTA

Ne pozitifsin ne de negatif. Ne sağındasın sayı doğrusunun ne de solunda. Denge noktasındasın ama kararsız denge noktası. Bir kere dengen bozuldu ya, denge konumuna gelmen imkansız artık…

Sıfırsın. Orijindesin, ama bir saat olarak düşünürsek orijini, sen saat 3 yönünde değilsin, saat 9 yönündesin. Sağa değil sola yakınsın. Üfleseler -1 olacaksın. Soruda adı en çok geçen eleman olmana rağmen “değersiz” olmak zoruna gitmiyor mu hiç? Gitmez mi, gidiyor tabi… Sen şimdi -1’i bile kıskanıyorsundur. Öyle ya, onun en azından bir değeri var. Ama sen, sen, üzerine basılıp geçilen ve üzerine basıldığının bile farkında olunmayan karıncalar gibi, tabağın dibinde kalan ve artık haram gözüyle bakılıp çöpe dökülen yemekler gibi, evde beş parasız oturmak gibi, işte oradasın.
Halbuki bıldırcın ve kudret helvası dahil tüm imkanlar, tüm fırsatlar ayağına gelmişti. Halbuki sen bu solgun ışıklı sarı ampulü temizleyip kristal bir avizeye çevirecektin. O ampulü temizlemek için ipekten bir mendil vardı elinde. Ama sen, şehrin en kirli ara sokağının en tenha köşesindeki cılız ışıklı bir sokak lambasının altında oturmayı tercih ettin. Ve otururken altın kirlenmesin diye o ipekten mendili altına serdin. Şehir seni alttan alıyordu halbuki farkında değildin… Evet işte sen, o cılız ışıklı sokak lambasının altında küflü bir yemek yemeyi tercih ettin ve o küflü yemeği yerken sofra bezi olarak kullandın o güzelim ipek mendili… Şehrin kirlenip kirlenmemesi umurunda değildi ki, o küflü yemek boşa gitmesin diye, üzerinden toplayıp yemek için sermiştin o mendili… Midenin hassas olduğunu da biliyordun oysaki, hiç mi tahmin etmedin bu küflü yemeğin seni rahatsız edeceğini?..


“Çölün ortasında yapayalnızsın” diyecektim ama demiyorum. Çölün ortasında değilsin. Sen artık çölün kendisisin.

2. SENARYO – KUMAR BORCU VE İFLAS
“Şu yollardan geçiriliyorsun şu kapıdan giriyorsun” vesaire demek isterdim ama demiyorum çünkü buraların yabancısı değilsin, buraya yeni gelmiyorsun, sen zaten bu çukurun içindeymişsin… İçindeymişsin de yıllarca farkına varamadan yaşamışsın orada… İçindeymişsin de elinde ifritlerin kirli tırnaklarından yapılma bir mum varmış, sözde o mum aydınlatmış yolunu, sonra eriye eriye işte söndü en sonunda. İşte şimdi sana kala kala o ifritlerin tırnaklarının altındaki kirler kaldı.

Dünyadayken ona doğru bile bakmadığın, yüzünü ekşittiğin, o rögar kapağının üzerindeki lağım sineği gelmiş şimdi omzuna konmuş. Bazı vakit de etrafında şöyle bir tur dönüp kutsuyor seni…

“Hani, ateş yok burada, o kadar bahsettiniz, hani nerede o ateş?” diyorsun. “Burada ateş yok zaten” diyorlar, “buraya herkes kendi ateşini getiriyor…” Bunları işitince bir beyin zonklaması tutuyor seni: zonkk zonkk ve bir sinek vızıltısı: vızz vızz ve acı bir farkındalık… Elini birden sol cebine götürüyorsun, o da ne? Bir kor parçası… Sen onca yıl bir kor parçasıyla yaşamışsın da farkına da varamamışsın…

Ne oldu şimdi? Değdi mi gerçekten? Nerede o günaydınlar, merhabalar, buyurun Efendimler? Nerede o beyaz gömlekler, nerede o parlak kunduralar ve nerede o az pişsinler, çok pişsinler…

Sözde çok hâkimdin ya literatüre, hani çapraz şekilde ayak ayak üstüne atıp ellerini birleştirip entel dantel muhabbetler yapardın ya… O muhabbetlerin öznesiydi şu meşhur yazarlar… Niçe kamü dosto falan… Sen tuttun dostoyu örnek aldın kendine… Gittin bir kumarbaz oldun… Bir kumarbaz, Allah’ın varlığına mı yokluğuna mı bahis oynar? Sen gittin Allah’ın yokluğuna bahis oynadın… Senin kumar borcunu kapatacak olan O Zât’ı da inkar ettin… Azîz ve Rahmân ve Rahîm olan O Zât’ı hiçe saydın… Şimdi kim kapatacak kumar borcunu?

3. SENARYO – ASIL OLMASI GEREKEN – ZİYAFETE DAVET

Altın oymalı, sedef işlemeli, yakut ve mercan kaplı bir kapının önündeyiz. İçeri gireceğimizin müjdesini almışız. İçimiz kıpır kıpır. Kuşlar bu sefer içimizde değil, dışımızda uçuşuyorlar; sağ ve sol yanımızdalar, bizi aralarına almışlar.
Sadece müstesna şahsiyetlerin davetli olduğu bu Kutlu Ziyafet’in özel davetlisi olmanın süruru içerisindeyiz. Bu Resepsiyon’a kabul edilmeye layık görüldüğümüz için kendimizi son derece şanslı hissediyoruz. Kapının açılacağını hissediyoruz. Evet, görmüyoruz, hissediyoruz çünkü artık burada madde de yok metafizik de yok. Fiziğin kendisindeyiz. Fizikötesinde değiliz; Fizikteyiz. Kapı aralanıyor, üzerimize beyaz lazerler tutuyorlar. Meğerse Nur’muş onlar. Buraların yabancısıyız. Bu ışıkların etkisiyle ayak parmaklarımızdan tüm kirlerin –maddeye dair her şeyin– akıp gittiğini görüyoruz. Ve kapı açılıyor, karşımızdaki bu büyüklük göz bebeklerimize sığmıyor, ışığın etkisiyle bayılıyoruz. Barok desenli ve ayaklı kadehlere doldurulan “Kevser” adlı Havuz’dan alınan bir suyu bize içiriyorlar. Öylesine ferahlatıcı ve öylesine yoğun ki hepsini bitiremiyoruz. Görevliler, elmas işlemeli bıçak benzeri fakat canımızı hiç mi hiç acıtmayan bir aletle göğüs kafesimizi ikiye ayırıyorlar. Bardağın geri kalan kısmını ellerine döküp o suyla kalbimizi yıkıyorlar ve göğüs kafesimizin içine kıpkırmızı bir gül yerleştiriyorlar. İçimizde bir gül ile içeri giriyoruz. İçerisi nasıl mı? Ben şu kadarını söyleyeyim: İçerisi Şampiyonlar Ligi… Üçler, Yediler, Kırklar, hepsi buradalar. Sağlı sollu oturmuş bizi bekliyorlar.

En önemlisi, simsiyah saçları ve simsiyah gözleriyle, ayı ikiye ayıran Adam –adam gibi Adam– da orada… Bizi görür görmez tebessüm edip yanımıza doğru yürüyor (Kalp dayanır mı buna? Dayanmaz. Ama kalp yok artık göğüs kafesimizde; gül var, kıpkırmızı bir gül). Bizi kucaklamak istermişçesine kollarını açmış geliyor, hemen koşup sarılıyoruz… “Nerde kaldınız” diyor, “ben de sizi bekliyordum, çok özledim sizi…” Çağıldayan Irmak’tan yüzümüze değen su damlalarının ferahlığı eşliğinde soru yağmuruna tutuyoruz O’nu. Zorlu yıllar, Ceng’ler, açlık, susuzluk, yalnızlık, hepsini anlatıyor… İçimizden biri çıkıp yıllardır merak ettiği o soruyu soruyor:

“Kurban Olduğum, Taif’te canın çok yandı mı?”

Öyle mutluyuz öyle mutluyuz ki yemek yemek aklımıza bile gelmiyor. Zaten bizim asıl gâyemiz, oturup yemek yemekten ziyade;  tabiri caizse Dünya’yı, Ay’ı, Güneş’i, Venüs’ü, Jüpiter’i, Neptün’ü, Uranüs’ü, Satürn’ü ve milyarlarca gezegeni elinde tespih tanesi gibi çeviren Yüce Zât’ın Sofrası’na kabul edilme şerefine ermektir. Evet, yegâne gâyemiz bu Kutlu Resepsiyon’a davetli olma ve bizim için özel davet kartı basılma şerefine nail olmaktır.


Gezegenleri elinde döndüren O Zât’ın, bir de Yüzü’nü size doğru döndürdüğünü düşünür müsünüz?


İşte, isteriz ki filmimiz böyle bitsin, isteriz ki hepimizin payına 3. Senaryo düşsün. İsteriz ki hepimiz bu Kutlu Ziyafet’in özel davetlileri olalım ve hepimizin adına özel davet kartı basılsın…
Ben isterim ki sizlerle o Yüce Sofra’da oturalım ve bu yazıyı size orada da okuyayım…
Elimizde 4K 60FPS çekim yapabilen en kaliteli kamera var. Gelin güzel bir film çekelim, hatalı kamera açılarını artık geride bırakıp, yanlış pozlamaları tek bir tuşla silip, şu kameranın hakkını verelim de, Gala Gecesi’nde filmimiz çok mu çok beğenilsin.  Gelin, adımıza özel davet kartı basılsın…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz