Var Olmanın Sırrı Yok Olmada | Panik 7.Sayı

Hep “Ben”der insan

Ben dedikçe yok olur

Ne zaman ki

Ben’den vazgeçerek “O”derse insan

İşte o zaman var olur.

Varlık âlemine bakıldığına, anlaşılması ve anlatılması en zor canlı olarak karşımıza insan çıkmaktadır. Geçmişten bugüne dek varlığı hakkında çeşitli sorular sorulan ve her defasında farklı cevaplarla tanımlanan insan, kimi zaman yüce bir varlık, kimi zaman da en alçak varlık olarak zikredilmiştir.

Karmaşık bir yapıyla karşımıza çıkan insanı, tüm yönleriyle detaylı bir şekilde ele almak güç olacağından, bizler bu yazımızda insanın egoist yapısının yansıması olan hep “Ene/Ben” deyişini ele alacağız. Çoğu düşünür ve bilim insanı, öz itibariyle kendi çıkarlarını düşünen insanın, bu yönünün doğasında var olan bir özellik olduğunu savunur. Hatta kimisi daha ileriye giderek insandaki “Ene/Ben” duygusunun hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini ileri sürer. Bu doğrultuda, tarihsel serüven içerisinde kişinin kendi benliğini yüceltmesinin normalliği üzerine anlatılan farklı hikâyeler vardır. Bunlardan birini de Narkissos adında bir gencin hikâyesi oluşturur. Hikâye şöyledir;

Bir ülkede Narkissos adında yakışıklılığına hayran olan bir genç bulunmaktadır. Narkissos, kendini çok beğenen ve her gün bulunduğu şehirdeki göle giderek kendi yansımasını hayranlıkla izleyen biridir. Bir gün aynı şekilde göle kendi yansımasını seyretmeye giden bu genç, göle çok eğildiğinden suya düşerek boğulur. Hikâyenin bu kısmından sonrası daha da ilginçtir. Narkissos’un boğularak ölmesinden sonra içine düşüp boğulduğu göl ağlamaya başlar. Gölün gözyaşlarını görenler, onun Narkissos gibi yakışıklı bir gencin ölümüne sebebiyet verdiği için acı çektiğini düşünür. Lakin durum çok daha farklıdır. Gölün yanına gelerek ona ağlama sebebini sorduklarında aldıkları cevap onları şaşırtır.

 Göl; “Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.” (Paulo Coelho, 2017: 14) der.

Bunun gibi daha nice olay, insanın hatta diğer tüm varlıkların kendi öz varlığını önemseyerek yaşamlarının merkezine kendilerini koyduklarını bize gösterir mahiyettedir. Bu düşünüş biçimi, insanların eylemlerini kendi çıkar ve yararlarına göre endekslemelerine sebebiyet vermiştir. Kendi çıkarını gözeterek hareket eden bir insanın, kendi çıkarına fayda sağlamayan her şeyi reddetmesi veyahut buna karşı bir cephe alması kaçınılmazdır. Toplum,  “en iyisi; benim dilim, benim ırkım, benim dinim” diyen bireylerin sloganlarına şahitlik etmektedir. Görülüyor ki bu türdeki bir anlayış ve ilerleyiş toplumsal birlikteliğin ve insani huzurun sağlanmasını zorlaştıran bir duruma sebebiyet vermektedir. Zira biliriz ki, dünyaya imtihan edilmek için gönderilen insan ancak birlikteliksel bir varlık edinerek dünyada anlam kazanabilecektir. Bu sağlanmadığı takdirde insan, var olma mücadelesinde zorluk çekerek, kaybetmeye doğru gidecektir.

Peki, bu olumsuz durum karsısındaki çözüm ne?

Çözüm; Yok olmak.

Evet, var olmak için yok olmak gerek. Bu yüzdende kendinden vazgeçmeyene kadar var olamaz insan. Bu durumu en güzel şekilde “Îsâr” kelimesi karşılar. Îsâr, cömertliğin ve fedakârlığın en üstün şekillerinden biridir. Îsâr kavramının tanımına bakıldığında; “kişisel ihtiyacı olmasına rağmen malını başkasına vermek veya onun bir ihtiyacı için sarf etmek” olarak tanımlanmaktadır.  Bir nevi bir başkası için kendinden vazgeçmektir. Kendinden vazgeçiş, kendini bulmaya yolculuktur.

Îsâr, kendi içinde farklı durumları da barındırmaktadır. Misal kişinin bir başkası için kendi arzu ve isteklerinden, namus ve hassasiyetinden hatta yeri geldiğinde başkasının canını koruma pahasına kendi canından bile vazgeçmesidir. Bunun birçok örneği vardır. Allah Resul’ünün (s.a.v) hicreti sırasında Hz. Ali’nin O’nun yerine yatağına geçerek ölümü göze alması, bir annenin veyahut babanın savaş esnasında çocuğuna gelen kurşuna karşı siper olması, Nietzsche’nin düşen atı kamçılayan bir adamın yaptığı bu hareketini engellemek amacıyla atı korumaya çalışması… Bu gibi durumlar insanın varoluş serüvenin doruk noktasıdır. Var olmak için dünyaya gönderilen insanın kendinden vazgeçerek var olma yolundaki temsiliyetidir. Zira insanın gerçek anlamda kendini yıkması, başkasını kendisine seçmesiyle mümkündür. Bu gibi örneklerin günümüzde de varlığını sürdürüyor olması, insanın var oluşunu tamamlamasının mümkünatını göstermektedir.

Sonuç olarak; toplumun bir ferdi olan bizlere düşen şey, Îsâr’ı hayatımıza geçirerek, “Ben” hastalığına yakalanan insanlığa örneklik teşkil etmek ve onların bu hastalığına şifa olmaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz