Ali Şeriati’nin insana ilişkin felsefesi bir tasarım ve bir kuramın sunumudur. Şeriati’nin özellikle insan konusunu dillendirmesi, onun “İnsan nedir?” sorusunu her dönemin en büyük sorunlardan biri olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Bilgi ve teknoloji alanındaki gelişmelerle birlikte insanın doğa üzerindeki hâkimiyeti artmış, bunun sonucunda insana maddi ihtiyaçlarını karşılama ve konforlu bir hayat yaşama imkânı doğmuştur. Buna karşın insanın; insanla, toplumla ve diğer varlıklarla olan sorunları daha da derinleşmiştir. Bu tecrübeyi derin bir şekilde yaşayan Batı toplumudur. Zira Batı insanı, geliştiği ölçüde “insanın ne olduğu” konusunda sıkıntıya düşmüştür. Bu durumda Batı toplumunda, insanın daha çok kişisel sıkıntılar yaşamasına sebebiyet vermiştir. Şeriati, içine düşülen bunalımdan, zamanla diğer toplumlarla birlikte içinde yaşadığımız toplumdaki insanların da aynı sorunlarla karşı karşıya geleceğini tahmin etmenin zor olmadığını söyler. Bu yüzden “İnsan Nedir?” sorusunun dönemin insanı içinde temel sorun olduğu iddiasındadır (Şeriati, 2016b: 10).
Buradan hareketle Şeriati, öncelik olarak “İnsan nedir?” sorusunu sorar ve insanın diğer bütün sorunlarının çözümünü bunun üzerinden şekillendirir. İnsana ilişkin felsefesinin özünü “İnsan dört zorlayıcının/cebrin etkisindedir; İnsan bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca, özde insan olabilir ve özgür olabilir” cümleleriyle belirterek ele aldığı konuyu; insanın özgürleşebilmesi ve mutlak anlamıyla insan olabilmesi için bu dört koşulun aşılmasına bağlar. Ancak insanın içinde bulunduğu dört zindana değinmeden önce insandan söz ederken neyin anlaşılması gerektiğinin ve kendisinin “insan” kelimesinden neyi kast ettiği üzerinde durur. Bu tutumunun sebebi, insanın özel bir tanımlamaya sahip olduğu düşüncesidir. Bu sebeple Şeriati’nin insan tanımı anlaşılmadan, insanın dört zindanın tutsağı olduğunu ve İnsanın-Tanrı ile olan ilişkisini kavramak güç olacaktır. Bu düşüncesinden yola çıkarak ilk olarak insan tanımı ve nitelikleri ele alınacaktır.
Düşünce tarihine bakıldığında, insanın ne olduğu üzerine birçok tanım ve yorum yapıldığı görülmektedir. Şeriati’ye göre bunlardan insana en az değer veren “insan konuşan hayvandır” şeklindeki tanımdır. Bu tanım, ideal insan için geçerli bir tanım olarak kabul görülemez. Çünkü insan sadece konuşma özelliğiyle tanımlamak eksik olacaktır. Onu hayvandan ayıran tek yön, konuşması değildir. İnsanın konuşabilme özelliğinden farklı olarak; yaratma, irade etme, bilgi edinebilme gibi nitelikleri de vardır. Bununla birlikte bazıları da şöyle bir tanım getirmişlerdir: “insan ideali meydana getiren hayvandır.” Başka bir tanıma göre, “insan zihinsel şekil inşa eden hayvandır.” Şeriati’ye göre bu tanımların tümü eksiktir. Çünkü Şeriati, insanı sadece bir varlık olarak değil, birçok imkânın ve potansiyelin bir araya gelmesinden müteşekkil “akli, zihni ve mantıki bir mana, ide, kavram” (Şeriati, 2006: 57) olarak değerlendirir. Ona göre insan henüz varlığını tamamlamamış, sürekli bir oluş içerisindedir. Nitekim Şeriati, geçmiş ve gelecekteki zamanı; insanın kendini içinde gerçekleştirdiği/gerçekleştireceği bir kap olarak görür (Şeriati, 2012: 293-294). Bu yüzden insana kesin bir tanım yüklemek ya da insanı tek bir kavram üzerinden değerlendirmek eksik bir yaklaşım tarzı olacaktır.
Şeriati’nin eserlerine bakıldığında, insan tanımı üzerine kendi düşünce yapısına özgü bir tanımının olduğu görülmektedir. Şeriati, insan tanımlamasını Kur’an’da geçen “beşer” ve “insan” kavramlarına dayandırarak yapmaktadır (Şeriati, 2016b: 14). Bu kavramlardan hareketle Şeriati, beşer ve insan kavramları arasındaki farkı şu şekilde tanımlar:
Beşer dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim silsilesi sonucunda yeryüzüne gelmiş bulunup, şimdi yaşamakta olan iki ayaklı hayvan/canlı türüdür. Şimdi yeryüzünde bu türden üç milyar baş hareket etmektedir. İnsan dendiğinde ise maksat, sıra dışı ve gizemli üstün bir hakikattir; onun özel bir tanımı vardır ve o tanıma tabiatın diğer tezahür ve olguları girmez (Şeriati, 2016b: 14-15).
Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, Şeriati’de insanı ifade eden iki kavram vardır. Biri biyolojinin konu ettiği canlı tür olarak beşer; diğeri şairin hakkında şiir söylediği, filozofun ona ilişkin düşünce ürettiği, dinin kendisiyle ilgilendiği insandır (Şeriati, 2016b: 15). Buradan anlaşılacağı üzere saf beşer halindeki insan, konuşan bir hayvan konumundadır. Çünkü beşer konumundaki insanın; yemesi, içmesi, giyimi ve savaşma yöntemleri değişmiş ancak türsel ihtiyaçları olduğu gibi kalmıştır. İşte bu yönüyle insan, hep sabit bir beşer olarak kalmıştır (Şeriati, 2016b: 19). Bu da Aristoteles’in “insan konuşan bir hayvandır” şeklindeki tanımlamasına uygundur. İnsanı diğer canlı türlerinden ayıran ve onu beşer olmaktan farklı kılan en önemli yönü, onun dünyayı ideallerine göre tanzim edip geliştiren halife olan varlık olmasıdır (Şeriati, 2016a: 261).
Şeriati, buradan yola çıkarak “insan” denildiğinde şu anda yeryüzünde var olan insan türünün kapsamında olan tek tek bütün bireyleri içine almadığını belirtmektedir. Zira insan türünün bütün bireylerinin beşer olduğunu ancak bu bireylerin tamamının insan olmadığını vurgular. Her birey beşer iken bir ölçüde ve bir dereceye kadar “insan olma” potansiyeline sahiptir. Beşer bir ‘imek’tir, doğada vardır. İnsan ise bir oluş halindedir. İnsanın bu yönü onu doğadaki bütün canlılardan ayrı kılmaktadır. Doğadaki varlıklar daha çok statik iken insanın kendisi sürekli gelişen dinamik bir var olmakta olandır. Şeriati buna dayanarak beşer türünün, değişim ve gelişim süreci içinde sürekli insan olmaya doğru adım attığını söylemektedir (Şeriati, 2016b: 15-17) Buradan da anlaşılacağı üzere Şeriati insanı sabit bir varlık olarak görmeyerek, insanın sürekli bir oluş içeresinde olduğunu söylemektedir.
Şeriati; oluş sürecindeki insanın üç özelliği olduğunu ve diğer tüm özelliklerinin bu üç özelliğinden kaynaklandığını beşerin de ancak bu üç özelliği sağlamakla insan olunabileceğini belirtir. Bu üç özellik insanın; kendini bilmesi, eylemlerinde seçim yapabilmesi ve bir şeyler icat etmesi şeklindedir. O halde insan; kendini bilme aşamasına ulaştığı, gerçek anlamda eylemlerinde seçim yapabilme aşamasını yakalayabildiği ve tabiatta olmayan veya tabiatın sahip olmadığı bir şeyi yarattığı ölçüde insandır (Şeriati, 2016b: 21). İnsan, kendini bilmesi, eylemlerinde seçim yapabilmesi ve bir şeyler icat etmesi şeklindeki özellikleri kullandığı ölçüde insan olmasının yanında, bu özelliklerini yaşamında ortaya koymakla da değer kazanmaktadır. Yani Şeriati, insanın bu özellikleri olmadan ne değer kazanacağını ne de beşerden çıkıp insan olabileceğini söylemektedir (Şeriati, 2009: 83)
Buradan da anlaşılacağı üzere Şeriati’ye göre insan, sahip olduğu bu yetenekleri kullanabildiği ölçüde insandır. Bir anlamda insan, kendinde olanların farkında olmadığı sürece ve bunları kullanamadığı sürece insanlığını tam anlamıyla yaşayamayan bir beşer konumundadır. Buradan hareketle gelişme ve olgunlaşma yoluna girmiş olan bu bilinçli, seçebilen ve yaratıcı varlık; dört zorlayıcı gücün, dört zindanın baskısı altındadır. Şeriati, bu durumu şu şekilde ifade eder;
Belirlenmişlik ile yapılan özgürlük savaşı, insanın tabiatta kendisi olmak için, maddi bir olgudan Tanrı’ya doğru gitmek için verdiği savaştır. Benim seçici özgür irademi kendi içinde baskı altında tutan, sınırlayan ve kayıt altına alan ve benim yerime seçim yapan bu dört illet zindan, şunlardan oluşmaktadır:1.Tabiatın belirleyiciliği, 2. Tarihin belirleyiciliği, 3. Toplumun belirleyiciliği, 4.Kendi belirleyiciliği (Şeriati, 2016b: 73).
Şeriati’nin belirtiği bu dört zorlayıcı güç, insanın; öz benliğinin bilincine varmaktan, yaşamı çevresindeki seçim yeteneğini kullanmadan ve yaratıcılık yeteneğinden yararlanmadan alıkoymaktadır. İnsan, gelişmeler kat ederek olgunlaşmaya doğru giderken onu bu ilerleyişten engelleyen belli başlı dört zindana ile karşı karşıya kalır. Şeriati, insanı var oluş sürecinden ve özünden uzaklaştıran dört zindanı/cebri; “tabiat”, “tarih”, “toplum” ve “kendi” diye dört farklı şekilde ele almaktadır.
Sonuç olarak Şeriati; bilinçli, seçebilen ve yaratıcı varlık olan insanın; Natüralizm, Historizm ve Sosyolojizm zindanlarından, onlar hakkında edineceği bilgi ile yani bilimle kurtulabileceğini; dördüncü zindan olan kendilik zindanından ise bilim ile kurtulamayacağını ancak din ve aşk ile üstesinden gelebileceğini söylemektedir (Şeriati, 2016b: 61). Zira dördüncü zindanda etken bizzat insanın kendisi olduğu için kurtulması, kendisine karşı başkaldırarak kendilik zindanını yıkmasıyla mümkündür. İnsanın gerçek anlamda kendini yıkması ise başkasını kendisine seçmesiyle mümkünlük kazanabilir. Bir başkası için kendini feda etmek, akıl ve mantık ile ters düşer. Ancak İnsanın kendilik zindanından kurtulmasının yolu; mantık dışı güç olan ‘aşk’, ‘îsâr’, ‘din’ ile mümkün olmaktadır. Çünkü îsâr; insanın bilme ve tanıma ilminden daha üstün bir aşama olan eylemi oluşturmaktadır (Şeriati, 2016b: 92-93). Bunu gerçekleştiren insan, bu aşamada; kendiliği kendinde öldürmeyi başarmıştır. Kendini öldürdüğü için de kendilik zindanından kurtulmuştur. İnsanın ulaştığı bu aşama insan olma sürecinin en üstün aşamasıdır. Bu üst aşama; beşer konumunda olan insanın, bu zayıf durumdan kurtularak insan olmasını oluşturur.
KAYNAKÇA
Şeriati, A. (2006). Hacc. Çev: Mustafa Çoban. İstanbul: Fecr Yayınları.
Şeriati, A. (2009). Dine Karşı Din. Çev: Doğan Özlük. Ankara: Fecr Yay.
Şeriati, A. (2012). Dinler Tarihi I. Çev: Ejder Okumuş. Ankara: Fecr Yayınları
Şeriati, A. (2016a). İnsan. Çev: Şamil Öçal. Ankara: Fecr Yayınları.
Şeriati, A. (2016b). İnsanın Dört Zindanı. Çev: Ejder Okumuş. Ankara: Fecr Yayınları.