“Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.”
Aziz Sancar’ın hikâyesi 1946 senesinde Mardin’in kendi gibi tarih kokan ilçesi Savur’da başladı. Yoksulluğun hayatın yaması kabul edildiği bir zamanda geçimini hayvancılık ve çiftçilikle sağlayan ailesinin yedinci evladıydı. Babası, ekmeğini topraktan çıkaran çalışkan bir çiftçi; annesi okuma yazması olmayan ama çocuklarının eğitimi için her türlü çabayı sarf eden ileri görüşlü bir ev hanımı.
İlkokulu Savur’da okudu. Okuldan kalan zamanını, cennete benzettiğini söylediği bahçelerinde bazen koyun güderek, bazen ceviz toplayarak geçirirdi. Evlerinin yakınlarında Şehidiye Camii’nden gelen ezan sesiyle iki Suriye kasabasının ufukta yansıyan ışıklarını izleyerek kurduğu hayaller ise en değerlisiydi.
Lise yıllarındaki başarısı sadece dersleriyle sınırlı değildi Aziz Sancar’ın. Futbola ayrı bir merakı vardı. Savur Spor ve Mezopotamya Spor’da kaleci olarak oynadı. Reflekslerinin iyi olması, bu sayede de iyi kurtarışlar yapması takımına birçok başarı getirdi.
Liseden mezun olduktan sonra kimya bölümü için sınava girdi. O dönem, öğrenci hangi bölümü isterse o bölümün sınavına girmeliydi. Hayatının seyrini değiştiren olay belki de burasıydı. Okumayı çok istediği kimya bölümünün yanında arkadaşlarının tavsiyesiyle tıbbi ilimler sınavına da girdi ve kazandı. 1963 senesinde tıp okuluna başladı. Artık Mardin’den göç etme vaktiydi.
İstanbul büyük ve kozmopolit bir şehirdi. Kırsal bir şehirden gelip özel okullardan, başarılı devlet okullarından mezun olan arkadaşlarıyla aynı okulda olmak kolay değildi. Başarısızlık korkusuyla çok çalıştı ve bu çalışma neticesinde de bölüm birincisi olarak mezun oldu. Okul hayatı boyunca çalışmaktan bir türlü fırsat bulamadığı İstanbul’u gezme vaktiydi artık. Okula giderken yıllarca yanından geçip gittiği Topkapı Sarayı’nın Topkapı semtinde olmadığını öğrenerek gezisine başladı.
Mezun olduktan sonra memleketi Savur’a doktor olarak döndü. İki senelik görev süresince yüzlerce hastaya derman oldu. Maaşının büyük bir bölümünü maddi durumu yetersiz hastaların ilaçları için harcadı. Araştırma merakı ve öğrenme aşkı peşini hiç bırakmadı. Bu yüzden meslek hayatı boyunca yüzünde gülümsemeyle bahsettiği en mutlu yılları olan doktorluk macerasına son vererek doktorasını yapmak üzere Amerika’ya gitti. İlk etapta Johns Hopkins Üniversitesi’nin, kimyasal biyoloji yüksek lisans programına kabul edildi. Lakin yeterli derecede dil bilmemesi çevresiyle iletişimini zorluyordu. Başarısızlığa tahammülü olmayan Aziz Sancar için bu olası şey değildi. Dil eğitimini tamamlamalıydı. Bu sebeple memleketi Savur’a gitti. Altı ay sonra da donanımlı bir şekilde kaldığı yerden devam etmek için Amerika’ya geri döndü ve Dallas’taki Dr. Cloud S. Rupert Teksas Üniversitesi’nin Biyoloji bölümüne kabul edildi.
DNA onarımını keşfeden bir fizikçi olan hocası ile birlikte çalışmaya başladı. DNA onarımı keşfine göre, bakterilere verilen mor ötesi ışın bakterileri öldürüyor, mavi ışın ise bakteriyi tekrar harekete geçiriyordu. Fizik kurallarına aykırı olan bu durum aslında ışınla birlikte aktive olan bir enzimin DNA’yı onarmasını sağlıyordu. Lakin enzimin nasıl çalıştığını bilen yoktu. Her başarısına imza atmadan önce söylediği “Ben bunu yaparım !” sözüyle işe koyuldu. Enzimin aktivitesinin bozulmadan ayrışması için dondurucu soğukta 6 kişilik ekibiyle laboratuvarlarda günde on sekiz saat çalıştı. Ve bir gün oldu. Daha önce bakterilerdeki DNA onarımını keşfeden Aziz Sancar insanlardaki DNA onarımını da keşfetmiş oldu. Hemen eşini aradı ve şunları söyledi:
“Çok önemli bir şey oldu. Bunu bir ben biliyorum bir de Allah biliyor. Başardım !”
Amerika’daki ilk yılları zorluklarla geçmişti. Uzun zaman kamu binalarında yaşamış, bazı hocalarının yardımı ile ancak düzenini kurabilmişti. Kısacası dişini tırnağına takarak başarıya ulaşmış bir hayat yaşamıştı. Ama bu yolda çektiği sıkıntıları asla unutmadı. Eşi Gwen Sancar ile birlikte Kuzey Carolina’da bulunan ve “Carolina Türk Evi” ismini verdikleri, Türkiye’den gelen öğrencilerin kalabileceği, kültürel etkileşimin temelini atan bir ev kurdu. Nobel Ödülü’yle aldığı parayla da bu evi genişletti.
Aziz Sancar bize insanın doğduğu coğrafyasının kaderinin ötesine taşınabileceğini ispatlamış oldu. Henüz Savur’da ilkokul çağlarındayken bahçedeki ceviz ağaçlarının gölgesinde ders çalışırken defterine yazdığı hayalleri uçup gitmemişti. İnsan İsterse pek ala hayalini yaşayabilirmiş, Stockholm’de düzenlenen törende ödülünü alırken belki de bunları düşünmüştü. Kaybolmayan emeğinin, çabasının karşılığını ülkesine ve milletine kazandırdığı Nobel Kimya ödülüyle ödedi.
AZİZ SANCAR’IN ÇALIŞMALARI
- Sirkadiyen ritim
Sirkadiyen ritim özetle vücudumuzun saatidir. Günlük 24 saatlik periyot içerisindeki biyokimyasal, psikolojik davranışlarımızın bütünüdür ve bunları düzenlemektedir. Sirkadiyen ritim bilim dünyasında uzun süredir bilinmekle birlikte, bu ritmin hücresel düzeyde de geçerli olduğu Nobel ödüllü bilim insanımız Aziz Sancar’ın başını çektiği bilim insanları tarafından son yıllarda keşfedilmiştir. Aziz Sancar ve ekibi bu buluşu bir adım daha öteye taşımış, sirkadiyen ritimle DNA onarımı ilişkisini ve bunun da kanser tedavisini nasıl etkileyebileceğini açıklamıştır. Sirkadiyen ritimden kanser tedavisinde yararlanabileceğimiz gibi kanserden korunmada da faydalanabileceğimiz öngörülmektedir. Aziz Sancar da bu çalışmasında deri kanserini önleme noktasında bu faydayı vurgulamıştır. Bu şekilde hangi saatlerde güneşlenildiğinde kanser riskinin arttığının, hangi zamanlarda azaldığının tespit edilebileceğini ortaya koymuştur.
- Maxicell Yöntemi
Bakteriler kromozomlarından ayrı olarak plazmid denen daha küçük halkasal DNA molekülleri içerebilir. Plazmidler moleküler biyolojide önemli bir araç olarak kullanılagelmiştir. Aziz Sancar bakteri hücresi içindeki kromozomun UV ışınlarının etkisiyle yok edilip plazmidin sağlam ve tek başına hücre içinde bırakıldığı Maxicell yöntemini geliştirdi. Böylece, örneğin plazmide aktarılan genler ve bunların protein ürünleri bakterinin kendi genleri ve proteinleri araya karışmadan incelenebiliyor. Aziz Sancar bu yöntemi aslında DNA onarımında görevli enzimleri saflaştırmak için geliştirmiş. Ancak yöntem literatüre geçmiş ve Aziz Sancar’ın ilgili makalesi binin üzerinde atıf almış. Ayrıca Maxicell terimi Oxford Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Sözlüğü ’ne de girmiştir.
- Nükleotid Kesip Çıkarma Onarım Mekanizmasını Aydınlatması
Aziz Sancar’a kendi deyişiyle “en büyük memnuniyeti ve nadiren bulduğu sükûneti hissettiren” buluşlarından biri. Bu onarım mekanizması 1964 yılında tespit edilmesine rağmen detayları bir türlü çözümlenememişti. Çalışmasına önce bakterilerle başlayan Sancar bu enzimin, bakteri DNA’sındaki hasarlı nükleotidleri çıkarırken bu nükleotidlerin çevresindeki 12 nükleotidi de kesip attığını keşfetti. Sancar bu onarımın insanlarda gerçekleşen versiyonunu da araştırdı. İnsanlarda durum biraz daha karışıktı. Aziz Sancar geliştirdiği bir testle, insanlarda DNA’daki hasarlı nükleotidlerin çevresindeki 27 nükleotidin nasıl kesilip atıldığını ve “doğru” nükleotidlerin bu boşluğa nasıl yerleştirildiğini buldu. Bu mekanizmanın 16 gen tarafından sentezlenen 16 protein ile işlediğini keşfetti. Aziz Sancar Nobel Ödülü’ne özellikle bu konudaki başarılarından dolayı layık görüldü. Sancar ayrıca 2015 Mayıs ayında ekibiyle birlikte insan genomundaki DNA onarım genlerinin bütün bir haritasını yayımladı.
- Transkripsiyona Bağlı DNA Onarım Mekanizmasını Açıklaması
Aziz Sancar “biyokimyası güzel, verileri güzel, sunuşu güzel” diye tanımladığı keşfi için aynı zamanda “Yunus Emre Destanım” diyor. DNA’daki hasar onarılırken örneğin protein sentezlenen bölüm protein sentezlenmeyen bölüme göre daha etkin ve hızlı onarılır. Bu bilinen bir şeydi, ancak mekanizması çözülememişti. Transkripsiyon, bir proteinin sentezlenme sürecinde RNA adlı aracı molekülün, proteinin genindeki koda uygun olarak sentezlenmesidir. Böylece genin bilgisi RNA’ya aktarılmış olur. Protein de RNA’daki koda göre sentezlenir. Sancar ve asistanı transkripsiyona bağlı DNA onarımına başlayan enzimi saflaştırıp mekanizmasını çözerek tüm mekanizmayı tek bir makalede açıkladı.