Dünya Şehirleri’nin İzinde | Panik 8.Sayı

Milyonlarca yıldır durmadan dönen ve yaratıldığı günden beri özündeki benliği hiç kaybetmemiş, doğasıyla, güzellikleriyle, sınırlar ve farklılıklar olmadan her karış toprağına rahatça adım attığımız, havasını soluduğumuz aklımdaki dünya ile baş başa kaldım. Bu dünyayı kıtalara ayıran tüm kırılmaları, çizgileri, sınırları unutup bir tarafa attım ve bu kez aklımdaki sorular neresi uzak, neresi yakın, kuzey neresi, güney neresi ,uzakdoğu yakın mı, ortadoğu neresi? Oldu. Kime göre neye göre ortada kaldık? Dünya eşsiz doğasıyla, macera dolu şehirleriyle bizlere bu kadar yakın iken bir o kadar uzak mı gerçekten? Rüyaların şehirlerini keşfetme arzusu ruhumuzun derinliklerinde kalbimizle bu kadar içli dışlı iken Pangea olarak düşlediğim Dünya: Kıtalara, farklılıklara, bölgelere nasıl ayrılmıştı? Benim zihnimde dünya, ilk hâliyle yani tek bir kara parçası Pangea olarak dönüyor, şu günlerde Pangea’nın içinde herkes gibi kendi kabuğuna çekilip kaçmak çok da işime gelmedi açıkçası. Havasını soluduğum, sokaklarında yürüdüğüm, insanlarıyla tanışma şansı yakalayabildiğim, yaşadığım güzel anılarla dolu bazı Dünya şehirlerini kendimden de bir şeyler katarak anlatacağım sanki kalbimizle ve zihnimizle bir “gençlik treninde” geziyormuşçasına yapacağımız serüven dolu yeni yolculuklara hazır mısınız?

Gençlik trenimize atlayıp sırtlarımızda çantalarımız ve elimizde benim ikinci, gençlerin ise ilk Roma heyecanlarını da çantalarımıza yükleyip “bekle bizi ölümsüz aşk şehri Roma” diyoruz. Kalpler heyecanla atıyor, trende gençlerin ellerinde karalanmış haritalar ve gezi planları, tren kompartımanlarında kulakları okşayan İtalyanca müzikler ve ezgiler ile yolculuğumuz başlıyor. Akdeniz sıcaklığına iklimimiz gereği alışkın olduğumuz için çok da zorlanmıyoruz açıkçası. Yolculuğumuz trenimizin uzun raylar üzerinde, ormanlar ve dağlar arasında, şehirleri ardımızda bırakmamızla devam ediyor. Sağlı sollu her anı ve her karesiyle bizleri kendisine hayran bırakan dünyadan eşsiz bir manzara şöleni ve ışıkları altında devam eden yolculuğumuzda kendime sorduğum soru şu: Rüyaların başkenti Roma’ya belki de birçoğumuzun görme hayalini kurduğu aşkın başkentine çok mu uzaktık acaba? Ya da bizleri Roma’ya sürükleyen kalbimizdeki kırılmalar mıydı? Zihnimizdeki merak? Ya da keşfetmemeye, dünyayı tanımamaya karşı kısacık bir soluklanma mıydı? Sanırım cevabı Roma’da öğreneceğiz. Gençlerin Roma’ya yaklaştıkça artan sevinçleri ve heyecanları ve benim aklımdaki sorular da cevap bulmaya bu kadar yaklaşmışken artık Roma’ya ‘’Ciao’’ deme vakti geldi ve Roma’nın kalbindeyiz. Her yol Roma’ya çıkıyordu. Artık, şehirle aramızda mesafe kalmadı ve Sezar’ın şehrinde ilk iş Roma’nın nefis yemeklerini tatmak ve karnımızı doyurmak olacak. 1990 yılında tarihi Roma merkezi tren istasyonunun restore ettirilmesi ve restoran olarak kullanılma başlanmasıyla çok güzel bir mekan olan‘’Italy’’ e geçiyoruz. İtalyanların yemeğe başlangıç tabakları “antipastomuza”, Akdeniz mutfağının sağlıklı, taze sebze ve soğuk mezelerine ek olarak harika tadıyla mozzarella peynirlerinin de süslediği hoş bir salata tabağıyla başlıyoruz. Akabinde onlarca el yapımı makarnadan istediğimizi seçebileceğimiz secondi piatti yani ikinci tabağımızla devam ederek İtalyanların minimaliz ve etkili mutfağına da tatlı bir merhaba diyoruz. Makarnamızı soslarla bezeyip yedikten sonra benim tercihim meşhur “Tortellini” makarnası olacak gibi duruyor. Ana yemekle devam ederken tabi ki mantarlı, soslu, mozzarella peynirli pizzamızı sipariş ettim bile. Gençler çok sevecekler eminim.

Karnımız doyduktan sonra Roma’yı gezmek için kalpler de adımlar kadar heyecanlı ve hızlı atarken Piazza Navona’da buluyoruz kendimizi. Uzun meydanda sağlı sollu İtalyan kafeteryaları, eşsiz tarihi mekânları ve sokaklarıyla her an içine çeken bir şehir Roma ile karşı karşıyayız. Colessium’u merak ederken tam da karşımıza çıkıverdi. Gladyatörlerin ve Roma savaşçılarının hayata karşı savaşlarını gerçekleştirdikleri bu binlerce yıllık mekânda kumların üstündeki kan kokusu hâlâ burnumuza geliyor. Fakat Roma bizi şaşırtmakta kararlı gibi çünkü Colessium’u bitirdikten sonra Antik Roma tanrılarının tapınağı Pantheon’u ve adalet, ticaret gibi birçok işlerin merkezi olan Forum Romanum‘u da gezdikten sonraki durağımız Roma ile bütünleşmiş harika yapı olan La Fontana Di Trevi (Aşk Çeşmesi.) Çevresinde gezilip çeşmeye para atılınca Roma’ya tekrar gelineceğine inanılan inanışa bizler de uyup çeşmeye bozuk para attık bile. Yönümüzü bu sefer nefis çiçekler ve taze sebze meyvelerin merkezi Campo Di Fiori’ne (Çiçek Pazarı) çeviriyoruz. Çiçeklerle buluşmamızın akabinde Roma bize yorgunluğumuzu unutturacak expresso içmemiz için bizleri Piazza Venezia  (Venedik Meydanı’na) davet ediyor. Davete icabet ediyor ve meydanın sağlı sollu renkli kafelerinden birinde oturup bu tadı yudumluyoruz. Roma’yı çok bekletmek olmaz, arayı açmamak lazım deyip Via Venetto’dan (Venedik caddesini)  geçerek Roma’nın ilginç Yahudi mahallesinde dolaştıktan sonra Roma sokaklarında gezmeye devam ediyor ve Tiber nehrinin hemen öteki yakasındaki Dünya’nın en küçük ülkesi Vatikan’da buluyoruz kendimizi. Piazza Saint Pietro’da (Pietro meydanı) dolaşırken meydanı çevreleyen birçok katedral ve kilisenin mistik ambiyansı içinde etkilenmemek mümkün mü? Gezilecek o kadar çok tarihi yapı ve katedral var ki ayaklarımıza karasular inse de durmak yok. Saint Pietro bazilikası, Capella Sistina (Sistine Şapeli), Giardini Vaticani (Vatikan bahçeleri), Musei Vaticani (Vatikan müzeleri)  gezerek Vatikan’ı bitirmenin hüznünü yaşıyoruz. Bir o kadar mutlulukla Tiber nehrinin öteki ucuna yani Roma merkeze tekrar dönüyoruz. Palatino tepesinden akşam saatlerinde son ve en güzel bakışımızı atarak “Roma’ya Arrivederci” (elveda Roma) diyoruz. “gençlik treni’’ bizi bekler, bir sonraki istasyon olan Gaudi’nin efsane şehri, Flamenco’nun anavatanı Barcelona için yönümüzü İspanya’ya çeviriyoruz.

Kalpler ve adımlar, Dünya şehirleriyle aramızda mesafe kalmayana kadar atacak.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz