Başarılı bir iş üç adımda gerçekleşir:
1-Severek
2-Bilerek
3-Tecrübe ederek
Okulda nefret etmeyi öğrenerek başladık. Ardından nasıl öğrenilmezi öğrendik. Son olarakta acemi olduğumuz için staj /iş bulamadık. Hoş, bulsak da nasıl öğrenilmezi uygulamak yeşilin maviye yakıştığı gibi yakıştı. Yeşili maviyle uyumlu hâle getirmeye çalıştık. Biri yerde biri gökte olmaz dediler. Kimisi de yeşilin hükmünde, Benjamin Franklin ‘in erotomisine, Ölüm Dansına eşlik edercesine kapılırken, göz rengimi açıyor diye seve de bilir tabii. İsmi ile müsamma iseniz bu tanıma, iyi anlaşır gibi gözüküyorsunuz; cümlenin tininde yaşayan beyler ve bayanlarla. Tüm bunlar apansız geldi ise buyurun devam edelim. Bazilikamıza değil efendim, yanlış anlaşılmasın.
Hepimizin geleceğinde illaki bir Murphy belirir. Bizim Murphyimiz vaveylalarımızı ustaca görmezden gelerek, bir sıçan iki sıçan üçüncüde kapana kaçarı beklemeden her üçünde de entipüften bizleri irsalden sonra iğrayla yakalar. Bir süre sonra itkiye dönüşen bu durum 13’ün laneti gibi üstümüze abanır. Mark Twain ‘ in bunu duyunca gülebileceğini zannetmiyorum.
Gelgelelim Bir Lanetten Kurtulma 101 dersine. Böyle bir şey bulabilirseniz yelkenlinizden bir şişe de bana atmayı unutmayın. Sarayın maskarasını sahneden alalım ve devam edelim. Enerji ve olumlu duyguların yanında potansiyeli de emen ruh vampirleri, labroditler ile uzaklaştırılabilir ya da kısa yoldan tuz serpiştirebilirsiniz. Ama arkanızı kollasanız iyi ederseniz. Abdala kar yağıyor demişler titremeye hazırım demiş diye abdalın ata binince bey olduğunu görmezden gelmeyin bilakis bakarsınız fenobey olmuşsunuz. O zaman maviyi yeşile uydurmanıza gerek kalmaz, yine de ben söylemiş olayım. Ne de olsa Atatürk’ün en büyük savaş olarak tanımladığı savaşı veriyoruz. Asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Ağır gitti ki yol alasın dedi ya atalarımız.
Madem kolayca temas edebiliyoruz bu naçizane sözlere, nedendir peki bir ilim ordusunun bu denli acıya tahammül etmesi? Sacher Mazoch’un mazoşistlik manasına eşdeğer değiliz halbuki. Ya da öyle miyiz? Alışkanlıklar anahtarı kaybolan kelepçeler değil miydi? Biz zamanımız geldiği halde “sistem” zindanlarında, anahtar kayıp diye mahsur kalan bir ilim ordusuyuz. Esiriyiz sistemin. Mazlumun ahını alacak mahlûku beklemek tek çare. Aksi takdirde zincirler yetmezmişçesine kendinizi bir giyotinde uzanırken yahut bir darağacında sallanırken bulmanız muhtemel. Eğer bulursanız Mary’in fıçısındaki şifreyi, şu satırları okuyacaksanız : “Sizi kurtaracak benlik özünüzde, anahtar yüreğinizde.”
Mary’in şifre çözücüleri o kadar zeki değillerdi, kellelerini kaybettiler. Bendeniz hâlâ yerinde olan kelleler görüyorum. Bir de şu levhayı : “ Kırın ah kardeşlerim, kırın bu yeni levhayı da! Dünya yorgunları,
ölümü vaaz edenler ve eli sopalılar astı onu; çünkü bakın, aynı zamanda bir kölelik vaazıdır
bu!”