Bir yıldız daha kaydı. Şimdi sıra yeni bir dilekte idi ama diğerlerinde olduğu gibi bunda da aynı dileği tuttu. Tekrar aynı dileği tuttu, imkânsız olan bir dileğin tekrar tutulunca imkânsızlığından bir şey kaybedeceğini sanır gibi. Gece buz kesti gözlerini ovuşturdu, şimdi beliren daireler az önce var mıydı ki? Sıkıştı yüreği şişti, büyüdü içine sığamaz oldu göğüs kafesini deldi geçti. Şimdi yüreği elindeydi, yıllarca atmaktan bitap haldeydi. Avucunu sıktı yüreğini parçalamak ister gibi ama tek yapabildiği avucunu sıkıp yumruk oluşturmaktı. Yok olmuştu yüreği göğsündeki açık kapanmış bulanık gördüğü daireler de yok olmuştu. Başı zonklamaya başladı. İki eliyle kafasını tuttu aklını kaçıracağını düşünür gibi. Kapadı gözlerini ve hareket etmeden durdu. Gece devriyesi etrafı dolaşıyordu. Seslerini ilk uzaktan duydu sonra gittikçe daha yakından gelen ayak seslerini işitti. Ayak sesleri yanına yaklaşınca birkaç adım ötede durdu ve kısa süreliğine homurtular duyuldu. Sessizlik tekrar başlayan ayak sesleriyle bozuldu ama bu sefer ayak sesleri gittikçe uzaklaşıyordu. Tık tık tık tı… Gözleri kararmaya başladı ve başında tekrar bir sancı duydu. Gözlerini kapatınca dünya tersten dönmeye başladı ve onu bir sokak arasına götürdü. Birden kolunda panco belirdi ve onu çekiştirip sıkboğazlıkla kahveye ittirdi. Kahvenin kapısına varmışken panco yok oldu ve bir arkadaşıyla kahvenin kapısından çıkarken görünüp selam vererek uzaklaştı. Gözleri karardı. Tekrar başka bir sarsılmayla irkilip dünya yön değiştirip onu başka bir âleme atmadan gözlerini açtı. Açmasıyla beraber sokak lambasından gelen ışık gözlerini yaktı. Gözleri ışığa alıştıktan sonra ışığın aydınlattığı sahilde suyun birbirine vuran dalgalarının sesini dinledi. Her bir dalga başka bir anıyı yâd ediyor melodi oluşturup tekrar hüzünlendiriyordu. Dalgaların en şiddetli melodisine esir oldu ve bu anının içine çekildi. Şiddetli akan yağmur her tarafı ıslatmış etraf çamur içindeydi. Etraftan bağırtılar, ağlayışlar duyuldu ve kefenle sarılı bir bedenin önünde buldu kendini. Beden cansızdı ama kendisinden daha canlı gibiydi. Birden sağında solunda ve de arkasında insanlar belirdi hep bir ağızdan çığlıklarıyla. Etrafta birçok insanın çığlığı birbirine karıştı. Kalabalık topluluk büyüdükçe büyüdü ve çığlıkları bir girdap oluşturup onu yuttu. Ağzına giren tuzlu suyu kusup bir kez daha çırpındı, o kadar kendinden geçmişti ki suda çırpınırken buldu kendini ve bu şekilde kendine gelebilmişti. Sudan kurtulup oturduğu banka su saçarak oturdu, gökyüzüne baktı. Ay, yarım ay halini almış kusursuzlukla parlıyordu. Etrafında onu süsleyen sayısız yıldız vardı ve çoğu takımyıldızı oluşturuyordu. Başı döndü ve yine görüşü bulanıklaştı. Görüşü netleştiğinde takımyıldızlarının hepsi kendi aralarında bir çember oluşturarak birleşip şekil oluşturuyordu ve yeryüzüne daha çok yaklaşıyorlardı. Takımyıldızı şekiller yeryüzüne yaklaştıklarında yarı var yarı yok bir beden oluşturup uçuştular etrafında. Çevresinde dönüp bir halkanın içine ittiriyorlardı onu. Etrafını sarıp sarmalayan çemberin içinden havada bir şeklin gölgesi üstüne düştü. Yere dikmiş olduğu gözlerini kaldırıp karşısında beliren şekle dikince prenses Andromeda belirdi. Prenses Andromeda ona gülümsedi ve eğilerek selam verdi. Sonra bir el işaretiyle Pegasus geldi. Prenses Andromeda, Pegasusa bindi. Pegasus havalandı gökyüzüne doğru bir ışık oluşturup yok oldu. Beraberinde şekiller de toz bulutu oluşturarak gökteki eski yerlerini aldı.
Hava nemli ve ılık, kafam allak bullak, yol uzun.
(Not: Prenses Andromeda, Pegasus takımyıldızı isimleridir.)