Yeryüzünde yaratılmış her canlıya, nesneye ve düşünceye bir isim vermişizdir. Çünkü yaratılan her şeyin bir manası vardır. Her mana yaratılan içindir ki bu hassasiyeti Üstâd Necip Fazıl şöyle dile getirir: Dürüst bir insan, inansa da inanmasa da mefhumları yerli yerinde kullanmak borcundadır. Mefhum yani kavram. Yazıya neden böyle bir girişle başladım çünkü Suriyeli kardeşlerimizden bahsederken sürçülisan edebilirim. İsimlerini henüz koyamadığımız mülteci mi, misafir mi, muhacir mi, göçmen mi diye sorduğumuz bu insanların hakkına girmekten Allah’a sığınırım. Bu sebeple kardeş kabul ettiğimizi daha yazının başında söylemiş olalım.
Kimisinin evinin ortasına düştü bombalar, kimisinin hayatının tam ortasına, herkesin hikâyesi diğerininkinden başka. Can derdine düşmekti hikâyelerinin konusu. Yoksa mültecilik bir tercih olamazdı, ya da misafirlik, her neyse.. Yaşamın güzelliklerini arıyorken biz yaşam umudunu bulmaya çabalıyorlardı onlar. Güvenli liman demişlerdi Türkiye’ye, sınırlarını duvar gibi kullanan onlarca ülkeye inat.
Dünya tarihi boyunca yüzbinlerce yıkıcı savaşlara şahitlik ettik; kavim göçlerine, dünya sürgünlerine, katliamlara, soykırımlara. “Misafirlikten ev sahipliğine uzanan bağların ortak coğrafyası oldu topraklarımız.” Avrupa tarafından reddedilen Yahudilerin kabul görüldüğü ilk topraklar Osmanlı toprakları olmuştur. Körfez savaşından kaçan yarım milyon Iraklının sığındığı liman yine Türkiye oldu.
Bugün dünyanın ve kendi tarihimizin en büyük insani yardımını; 3 milyona yakın belki de 3 milyonu aşkın Suriyeliye kapılarımızı açarak sürdürüyoruz. Seyirci kalma ahlaksızlığı rolünü Avrupa’ya onurla bıraktık. Ensar konumuna geçtik. Ekonomik bir kazanç sağlamadığı kişiyi sınırlarına dahil etmeyen Avrupa’ya rağmen kurduğumuz kamplara “çadır kent – konteyner kent” ismini verdik kardeşlerimizin onuru için. Daha çok kırılmasınlar istedik. Onlar da kendi çocuklarına “AFAD” ismini vererek teşekkür ettiler.
Türkiye’nin yaptığı yardım ve destekten şikayetçi olanlarımız olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ensar olmanın hafif bir yük olmadığını evinden uzakta büyüyen 300 bin çocuktan birinin gözlerine bakarak anlayamayanlara bu yazıda yer veremedim üzgünüm.
Göç vermenin değil göç almanın gururunu yaşayarak, hedef ülke olmanın zorluklarının üstesinden birlikte gelmemiz gerekiyor. Daha realist bir bakış açısıyla insani yardım niyetinden öteye taşımamız gerekiyor politikamızı. Bunca insanın mağduriyetini görmezden gelemeyiz. Yönlendirilmeye ve etkilenmeye açık bir toplum yerine görev ve sorumluluklarını bilen bireyler konumuna taşımamız gerekiyor bu insanları. Mülteci haklarının verilmesiyle ve yahut vatandaşlık hakkının verilmesiyle mi çözülür orası uzmanlarımızın bileceği iş.
“Okula gitmek istiyorum. Okula gitmek bir işte çalışmaktan daha iyi. Çünkü ben çalışmayı bilmiyorum” diyen 1.sınıf öğrencisi Mahmud’u okula göndermek bizim borcumuz. “Ey Allah’ım Suriye’nin çocuklarına merhamet et” duasına amin demek yalnızca bizim değil bütün insanlığın borcu.