Dünya’daydım. Sonsuz düzlemin içerisinde kâinat kendini tekrardan yeniliyordu. Helios, Dünya’yı kız kardeşi Selene’ye bırakıyordu. Selene de Şafak Tanrıçası olan Eos’a…
Asırlar boyunca Dünya dönüyordu, varoluşun ilk saniyesinden itibaren bir an bile Dünya tersi yönüne dönmedi. Zamanla Dünya üzerindeki canlılar değişti, gelişti, büyüdü, güçlendi, yok oldu. Öyle bir gelişti ki gün geçtikçe Dünya’ya sığamaz olduk, gücümüzle birbirimizi yok ettik. Sonra yeniden çoğaldık. Fazlalaştık ama asla ortayı bulamadık, her zaman ölçüyü kaçırdık.
Kaçıncı yüzyılda yaşadığımı bilmiyorum, hangi medeniyete ait olduğumu bilmiyorum, hangi ırka mensup olduğumu bilmiyorum, bildiğim tek şey var o da kâinatın kendini yeniliyor olması ve bu yeniliğe tek başıma hazırlanıyor olduğumdur. Tek olmak hazırlanmak demek midir? Hiçbir kalabalık tam anlamıyla hazırlık yapamamıştır zaten. Peki kâinat tüm bu yeniliklere kimlerle hazırlanmıştı?
Yunanların yaratılışına göre her şeyin bir sebebi vardı. Medusa’ya öylesine “Yılan Saçlı Kadın” demiyorlardı. Helios, her şeyi gördüğü için Güneş’i, kız kardeşi Selene Ay kadar güzel olduğu için Ay’ı, Eos, aşkın şafak vaktinde kuvvetli olduğunu düşündüğü için göğü yeni bir güne hazırlıyordu. Medusa, o kadar güzel ve dokunulmazdı ki yeryüzünde ona rakip birini bulmak imkansızmış. Kendini Tanrılara adayan Medusa, Athena’nın tapınağında bir rahibeymiş ve evlenmesi yasakmış. Bir gün Athena onu gördüğünde güzelliğinden dolayı içinde ufak bir kıskançlık hissetmiş. Lakin kendisi bir Tanrıça ve Zeus’un kızıydı. Tabi ki Medusa’yı görmezden gelmiş ama zamanla güzelliği tüm şehirde anlatılır olmuş. Bu anlatım Athena’nın eşi Poseidon’un kulağına kadar gitmiş. Bir gün Atina’nın koruyucusu kim olacak diye yarışma düzenlenmiş. Poseidon mızrağını Akropolis’in kayalıklarına sertçe vurmuş ve kayalıklardan tuzlu su gürlemiş. Athena ise kayalıkların arasından zeytin ağacının büyümesini sağlamış ve halk Athena’yı seçmiş. Yenilgiyi hazmedemeyen Poseidon, Medusa’nın güzelliğini görmek için eşinin tapınağına gitmeye karar vermiş. Orada Medusa’yı gören Poseidon onun güzelliğine vurulmuş. Gel zaman git zaman aklını kaybetmeye başlamış ve bir gün tapınağa gizlice girmiş, zorla Medusa’ya sahip olmuş fakat çok geçmeden tüm olanlardan haberi olan Athena çok sinirlenmiş ve bunun üzerine Medusa’yı büyük bir şekilde lanetlemiş. Destanlara konu olan güzel yüzünü çirkinleştirmiş. Saçlarının her telini de yılana çevirmiş ve Medusa artık kendisini görenleri taşa çeviren bir kadın hâline gelmiş. Athena öyle öfkelenmişti ki doğru ile yanlışı ayırt edemez olmuş ve Medusa’nın canına okumuştu. Böylece güzelliği dillere destan olan Medusa kâinattan yavaş bir şekilde ayrılmıştı. Sonsuz düzlemin içerisinde ilerliyorduk.
İskandinavların da Tanrıları vardı, bu Tanrılar savaşçı Tanrılardı. Savaşçı olan bu kavime Vikingler deniliyordu. Dünya hayatı onlar için bir kader ağacında başladı. Bu ağaç kâinatın sonu olarak adlandırılan Ragnarok vakti gelene kadar dünyaya kök salıyordu. Onların inancında Loki adında kurnaz, hırslı biri vardı. Herkes Loki’ye bulaşmaktan çekinirdi. Bunun sebebi güçlü olmasından değil, sözlerini esirgemeyişinden ve herkesin zayıf yanını biliyor oluşundandı. Kılık değiştirerek türlü oyunlar yapabiliyordu. Bir gün savaşta kendi soyuna ihanet ederek Asgard tahtının kralı Odin’e yardım etmiş ve o günden beri Odin’le kan kardeşi olmuşlardı. Balder isminde sıcakkanlı, neşeli, masum, yakışıklı bir genç varmış. Onun özelliği ise hiçbir şekilde yara almayışı ve bir nevi ölümsüz oluşuymuş. Bu durum karşında Balder, Tanrıların hedef tahtası hâline gelmiş. Hiçbir şekilde zarar almadığı için Tanrılar bu durumu değerlendiriyorlarmış. Loki bu durumu değiştirebileceğini biliyordu, kendinden emindi ve bir gün Balder’ın kör kardeşi olan Hod’un kılığına girip annesi Frig’in ağzından laf almış. Bir tepede ökse otunu bulması gerekiyormuş ve bulmuş, ondan bir mızrak yapıp Balder’ın kalbine saplatmış. Lakin bunu yaparken kendinden emin değilmiş ve yanlışlıkla da olsa Balder’ı öldürüvermiş. Balder, o kadar seviliyordu ki öldüğünde bütün kâinat ağlamış, yas tutmuş. Bunun cezası olarak da Odin onu yakalatıp cehennemin en derin katmanına göndermiş. Odin, Loki’yi bir taşa bağlatıp gözlerine yılan zehri damlatılmasını istemiş. Loki’nin her çığlığında yeryüzü sallanır depremler olurmuş. Bu süreç Ragnarok gelene kadar sürecekmiş. Vikingler Dünya’nın sonunu düşünmüşlerdi. Ragnarok sinsi Loki sayesinde gelecek ve Loki bir yolunu bulup kaçacaktı cehennemden. Odin’i öldürecekti ve böylece Dünya’nın sonu gelmeye başlayacaktı. Savaşlar, katliamlar yapılacak ve sonunda bereketli yaşam yerleri ortaya çıkacaktı. Bir yanda temiz olan insanlar diğer yanda katiller ve hırsızlar olmak üzere Dünya ikiye ayrılacaktı. İskandinavlar Dünya’nın sonunu düşünmek zorundaydı çünkü onlar için hayat önemsizdi, önemli olan savaşçı Tanrılarına layık bir şekilde ölebilmekti.
Hermes, eline zümrüt bir levha almıştı. Levhanın üzerine “yalansız, kesin ve en doğru olan doğrular” yazmıştı. Hermes, öyle bir varlıktı ki yaşayıp yaşamadığı meçhul olmakla beraber tarihin her köşesinde ismi geçmiş ve adını felsefenin en temiz olanına yazmıştı. O Antik Mısır zamanında Thot, Roma’da Merkür, Tevrat’ta Hanok, Zerdüştlükte Huşeng olarak anılıyordu. Yani zaman içerisindeki varlığı kesinlikle belirli değildi. Hatta öyle ki Babil’de yaşadığını söyleyenler bile olmuş. Efsaneye göre Hermes’in mezarı Büyük İskender tarafından bulunmuş. Mezarın içerisinde iki elinin arasında bulunan zümrüt levhada yazılanların arasında “böylece dünya yaratıldı” maddesi yer alıyormuş. Hermes için kesin olan tek bir şey vardı. O da sonsuz düzlem olan zamanın içerisinde var olduğuydu ama kesin olmayan tek bir şey vardı o da hangi düzlem arasında dünyada vücut bulduğuydu. Peki zaman neydi?
Zaman yenilmez bir kavram, hem ilaç hem zehirdir benim için. Her şey birbirlerine bağlıdır; geçmiş, şimdi ve gelecek. Eğer gerçekten özgür olabilseydik bunlar arasında bir seçeneğimiz olurdu. Seçeneğimiz yok asla da olmadı zaten. Zaman sonsuz bir döngüyle sürekli kendini yaratır. Yaratılan bu şey hiçbir yere ait değildir. Varlığı kesindir ama hiçbir zaman bir el tarafından yaratılmamıştır. Ne kadar mücadele edersen et, doğumunla ölümün arasındaki saniyeler arasından çıkamazsın. Zaman hep yanındadır. Nereye gidersen git zaman hep seninle beraber hareket edecektir. Yaptığın ve söylediğin her şeyi görüyor ve duyuyor. Buna şahit oluyor. Yazgı paradoksunda bir obje ya da bilgi gelecekten geçmişe göre gönderilir. Buna nedensellik ilkesi denir. Bu ilkeye bağlı olarak yazgıyı değiştiremeyiz. Yaşanan şey ne bir saniye geri ne de bir saniye ileri alınabilir. Geçmiş ve gelecek birbirine bağlıdır. Kâinat, Dünya, tarih birbirleriyle bağıntılı şekilde gerçekleşti. Her şey olması gerektiği gibi oldu, doğru zamanda, doğru yerde. Tıpkı sayısız iplikle örülmüş halı gibi bütün ipliklerin yeri bellidir ama yolculuğun sonu belirsizdir. Bu yüzden en az Hermes kadar kâinattaki yerimi bilmiyorum hiçbir zaman da bilemeyeceğim. Bilmek için de mücadele etmeyeceğim çünkü asla özgür olamayacağımı biliyorum.