İnsan hiç tanımadığı birini anlatabilir mi. Anladığını sanmıyorsa, belki! Peki, bunca anlatanın olduğu yerde bize anlatmak düşer mi? Düşer. Görmeden sevmenin âlâsını bilen ümmetin, bir güzeli daha sevmeye yeri yok mudur? Vardır. Kendimizden küçükleri düşündük. Fethi Ağabeyi tanısınlar, duacısı olsunlar istedik. Bu yüzdendir anlatmaya olan cesaretimiz.
“Efendim, evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El-Bâtınü Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîki’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım.. “
Muhabbeti, tek bir merhabayla dahi açabilen Fethi Gemuhluoğlu gibi selamlıyoruz sizleri. Onu anlatmaya niyetlendiğimiz bu sayfada onun gibi konuşup, onun gibi yazalım, onun gibi sevelim ki yakınlaşmamız kolay olsun.
Selamını yaratılmıştan esirgemediği için ona ulaşmak, onunla tanışmak elbette zor olmuyordu. Tanışmaya gelen gençlere -ki genelde ihtiyaç sahipleri olmuştur bu kişiler- hiç âşık oldun mu diye sorarmış. Hemen hepsi Anadolu’nun bağrından gelen bu gençlerin soru karşısında farklı tepkiler vermesine sebep olmuştur. Kimisi kızarır bozarır, kimisi “ne demek aşk, asla” der, kimisi de mahcup mahcup “evet” der. Asla diyen hatta buna tepki gösteren adamı mutlaka terslermiş. “Ben hayatta sevmemiş, gönül adamı olmamış insanı ne yapayım? Bu adam aşka düşman.” der, bu kızgınlığını uzun sürdürmezmiş. Bu tavrı bir sonraki soruya hazırlayıştır karşıdakini. Gençleri allak bullak eden sorular bu kadarla sınırlı değildir tabii. Namaz kılanlara “sen hiç namaz kıldın mı?” diye sorar. “Beş vakit namaz kılarım” denilince, “evet sen beş vakit namaz kılıyorsun da, ama sen hiç namaz kıldın mı?” diye sarsardı bu kez. Gönlü ve ufku genişletmek böyle bir şeydi işte.
Allah sevdiği kullarına sevdiği hasletleri armağan ediyor sanki. Sanki onlar yaşarken heyecansız ruhlar harekete geçiyor. Onlar öldükten sonra da hareketi devam ettirecek etkiler bırakıyorlar gibi. Birçok şahsiyetin yetişmesine öncü olmuş Fethi ağabey. Saymakla bitmez. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve daha nicesi. 8 yıl boyunca Türkpetrol Vakfı’nda kendisine vazife edinmiş ileride vatana faydalı olmayı gaye edinen tahsil çağındaki muhtaç gençlerin elinden tutmayı. Gerçek bir el tutuşudur bu. Maddi ve manevi. Önce birbirleriyle dost olmayı öğretmiş sonra da tarihle, coğrafyayla, ağaçla dost olmaları gerektiğini vurgulamış. Ayrı tuttuğu, düşmanı olun dediği, vasiyeti gibi dolanan sözleri vardı: “Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, hırs-ı mal ve hırs-ı caha dost olmayalım. Her şeye dost olalım, paraya dost olmayalım.”
Gençlere tavsiyelerde bulunurken, “Vakıf çeşmesi gibi olun!” dediği o gençler bugün birçok kurumun başında aktif olarak hizmet veriyor. Bugünün fikir, sanat ve siyaset dünyasını yönlendiren koca yürekli insanlar, o koca yürekli insanın meclisinde, sözcüklerin dizilerek buluştuğu o güzel cümlelere mazhar oldular.
Büyük bir münevverdi. 1922 yılında İstanbul’da doğmuştu. Malatya Arapgir’e yerleşmiş soylu bir Türkmen ailenin iyi yetiştirilmiş evlâdıydı. Hukuk tahsilini bitirdikten sonra İstanbul’un çeşitli liselerinde öğretmenlik, Spor ve Sergi Müdürlüğü, Odalar Birliği Basın Müşavirliği gibi görevlerde bulunmuş, son olarak Türk Petrol Vakfı Genel Sekreterliğini yapıyordu. Bu görevinin yanında çeşitli kuruluşlarında yönetim kurulu üyesi idi. Evli, Ali ile Selman adlı iki çocuk babası olan Gemuhluoğlu, 5 Ekim 1977 tarihinde Hakk’a yürümüştü. Geriye sohbetlerinin, mektuplarının, yazılarının, hâtıralarının, çeşitli gazete ve dergilerde hakkında yazılıp söylenenlerin toplandığı “Dostluk Üzerine” kitabı kaldı.
Biz yeni neslin kitapları olmadığı için tanıyamadığı Fethi abisinin bugün eser veren ilim adamlarının, yazarlarının, Türk aydınlarının pek çoğunun, kendisinden feyz alıp istifade ettikten sonra ufku açılanlar olduğunu yine bu insanların konuşmalarından öğreniyoruz. Binlercesine burs bulup onları okutup akademisyen olmaları için uğraşmıştı. Başı sıkışanların işsiz kalanların sığınağıydı. Çünkü vatanı sevmek bunu gerektiriyordu. Maneviyatla yoğrulmuş, şekilcilikten uzak bir nesil varsa buradaki pay sahiplerinin en büyüklerindendir o. Yüreği Allah için atanlardan.
RASİM ÖZDENÖREN:
Çok renkli, çok yönlü bir kişilik sahibiydi. Sessiz, fakat derin ve etkili bir eylem adamıydı. Tanıdığı bir kimsenin, sonuna kadar peşini bırakmaz, ilgiyi kesmezdi. Bu, onun bir yanıyla vefa duygusu ile ilgiliyse bir yanıyla da sürdürdüğü eylemin ayrılmaz bir parçasıydı.
Bir gönül adamıydı. Unutulmaz bir sohbet adamıydı. Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem bir ermiş adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissedersiniz. Bir dervişti Fethi Ağabey, yaşadığı ruh hali, hemen sohbet ettiği topluluğa sirayet ederdi. Sevdiklerini Allah rızası için ve yüzlerine karşı eleştirir, sarsardı.
MEHMET AKİF İNAN:
Vakit erişip, dâvet gelince, varıp huzura yetti. İşte bu misafirhanede bir er kişi olarak dolanırdı. Yarım asrı biraz aşan bu müddeti içinde, hep cihat eylemiştir. Binlerce mü’min gencin önünde o durdu dağlar gibi; yol gösterdi, erzak taşıdı, savaş öğretti. Hepimizin kursağında ekmeği vardır, hepimizin içinde kök saldırdığı bir ışık ağacı var.
Kelâmın en zarifini, edebin en kâmilini siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısını, onun aziz varlığında erimiş bulurduk.
CAHİT ZARİFOĞLU:
Fethi Ağabey gitti. Hepimize bir kalbimiz bulunduğunu, gözü yaşlı olmak gerektiğini anlatarak gitti.
İki üç saat süren sohbetlerinden sonra, gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın üzerine koyduğu sorumluluğumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuşsak, kısa süre sona o mahallenin bakkalı, manavı terazi hakkını korumaya başlıyor muydu, başlamıyor muydu? Bir yere memur olmuşsak o memuriyetin ehli miydik, değil miydik, mesai arkadaşlarımız bir süre sonra dillerinden küfürleri bırakıyor, kadın, içki, kumar kelimelerini yanımızda ağızlarına almaya korkuyorlar mıydı, korkmuyorlar mıydı? Bunlardı mesele. Girdikleri her yerde, ahlâksızlığı, çürümeyi, yabancılaşmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları bu şahsiyet noktasına getirebilecek yegâne unsur olan İslâm’ın, bizden uzak, yaşamadığımız, kabuğun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüze boşaltıyor, içimizin bilmediğimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, bir kaç gün çöllere düşmüş gibi yalnızlık çekiyorduk.