Tanışma Çayı | Panik 8.Sayı

Bir reklamda en çok çay tüketen ülkenin kendi ülkesi olduğunu görünce çok sevinmişti. Çay bir kültürdü yaşadığı topraklarda. O da bu kültürden payına düşeni fazlasıyla almıştı.
Küçüklüğünden beri evlerinde çayın demlenmediği bir gün hatırlamazdı. Yemekten sonra babası çay içmezse başı ağrırdı. Gelen misafir az çay içmişse çay iyi olmamış mı diye düşünülür, bu yüzden küçük bir kriz çıkardı evde. Çay içmeden başladığı günlerde işleri hep ters giderdi. Öyle bitki çayı, sallama çay, soğuk çay gibi moda tabirlere de gıcık olurdu. Çay denince aklına uzun uzun demlenmiş tavşankanı renkte siyah çay gelirdi. Gittiği lokantalarda yemekten sonra çay ikram edilmezse ya da ikram edilen çay iyi değilse bir daha o işletmenin önünden geçmezdi.

İçten içe çay sevmeyen birine gönlünü kaptırmaktan korkardı. Birlikte oturup bir demlik çayı bitiremeyeceği biriyle bir ömür geçiremezdi. İnsanı hep çalışmadığı yerden imtihan eden bu dünya onu da bu korkusundan sınav edecekti. Sevdiği, çayı sevmiyordu. Bu durum onun için derin bir çelişkiydi. Normalde çay sevmeyen birini o da sevemezdi. Ama her sınav bir çelişki değil miydi zaten?

İlk görüşmelerini çayını daha önce test edip kalitesinden memnun kaldığı bir kafede ayarlamıştı. O geldiğinde biraz da formaliteden ne içersin diye sordu. -Çay içeceklerdi tabii ki.- Kendisi demli bir çay isteyince kız ilk buluşmanın heyecanıyla ben de çay alayım dedi. İçten içe sevinmişti. Kız, hemen ardından benimki açık olsun diye ekleyince sevinci kursağında kaldı. Çayı sevmeyeni sevmezdi, çayı açık içendense nefret ederdi. Açık çay içmeyi çay felsefesine bir hakaret sayardı.

İlk buluşma böyle bir krizin gölgesinde geçmişti. Daha sonrakilerde hep buruk geçti onun için. Kız her seferinde bir bardak açık çay ister onu da tam bitirmezdi.
Bir iki kere sohbet ederken laf arasında çayın kendisi için ne anlam ifade ettiğini anlatmaya çalışmıştı. Ama kız bunu idrak etmekten çok uzaktı.

Araları çok iyiydi. Birbirlerini çok iyi anlıyorlar, birlikte çok iyi zaman geçiriyorlardı. Etrafındaki insanların kıskançlık, ilgisizlik gibi tartışma konuları onlara komik geliyordu. Bir kere bile doğru dürüst tartışmamışlardı. Çünkü ikisi de aklı başında kendini bilen insanlardı. İşin ilginç tarafı ise çocuğun birçok kişi için hiçbir anlamı olmayan çay meselesine takılması ve bir türlü bunu aşamamasıydı.

Günler, aylar böyle geçerken ailelerin tanışacağı gün geldi çattı.
Kız evinde, yemekli, börekli, pastalı büyük bir hazırlık yapılmıştı. Tanışma heyecanıyla her yemeğin neredeyse sadece tadına bakıldı. Ama öte yandan sohbet ilerlemiş, dünürler birbirine çoktan alışmıştı. Kız da çocuk da bu durumdan çok memnun olmuş biraz rahatlamışlardı.

Tam her şey yolunda giderken kız elinde çaylarla kapıdan göründü. Çocuğu bir telaş kapladı. Acaba çaylar nasıldı? Kız yaklaşırken çocuk koyu renkli çayları görüp içinden galiba güzel olmuş diye düşündü. Büyükler çaylarını aldıktan sonra sıra çocuğa geldi. O da aldı. Bardak, çayın rengi, sıcaklığı her şey mükemmel görünüyordu. Bardağı usulca ağzına götürdü gözlerini kapadı bir yudum aldı. Çayın tadı dilindeki zerreciklerden emilip beyninde karşılık buluncaya kadar birkaç saniye geçti. Sonra gözleri fal taşı gibi açıldı. Aman Allah’ım o da ne katran gibi koyu ve acı bir çay. Yola döksen zift diye kullanılır. Öyle bir çay ki sanki bugüne kadar içtiği bütün çayların tadını silmişti damağından. Bir an ayağa fırlayıp olmaz! “Bu iş burada” biter demek geçti içinden. İlk şoku atlatınca annesine babasına baktı, iştahla içiyorlardı o katran gibi çayı. Şaşkınlık içinde sırayla herkesi süzerken kızla göz göze geldiler. Kız gülmemek için kendini zor tutuyordu. Daha fazla dayanmayıp kıkırdayarak kendini dışarı attı. Çocuk sinsi bir şakaya kurban gittiğini işte o zaman anladı. İkinci çayını yudumlarken bugüne kadar anlattığı hiçbir şeyin boşa gitmediğini fark etti.

Evlerinde istinasız her sabah her akşam çay demleniyordu. Kız yine çayını açık içiyordu. Ama o çay eşliğindeki muhabbetleri ilk günkü gibi taze ve sıcaktı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz