Bir mesajlaşma biçimine dönüşen kimine anlamlı kimine anlamsız gelen, acaba mesaj yerine ulaşıyor mudur diye düşündüren, çoğu kez güldüren yazıların duvara kazınmasıyla son yüzyılın akımı haline gelmiş “şiir duvarda” sloganını anlamaya çalışalım.
Hayatın bir gün nerede olursa olsun geçip gideceğini anlamak zor olmamıştır. İnsanlar dünyada var olmak ve yer kaplamak için sanatla uğraşmışlardır. Bir beste, tablo, roman ve şiir yani edebiyattır isimlerimizin nefes almasını sağlayan. Kağıdın, kalemin olmadığı ve en önemlisi yazının bulunmadığı zamanlarda mağara duvarlarına, taşlara yansıdı her şey. Yansıyan ne varsa hakikatin parçasıydı. Çünkü mağara duvarlarına çizilen motifler bizlere geçmişin kapılarını aralayacaktı. Bir çakı yardımıyla mağaraya duyguları kazımak elbette zor olmuştur. Dönemin insanlarının sanatla uğraşması ve bu sanatın gün yüzüne çıkması mutluluk verici. Edebiyat, içinde dünyayı barındıran bir sanat olmasıyla beraber farklı dönemlerde farklı tarzlarda zuhur etmiştir. Beyitlerin, dörtlüklerin kalemlerden dökülüşü mağara duvarlarına kazınan figürlerin çok sonrasına dayanıyor. Farkı her açıdan gösteren eserlerle göz göze gelince bunu daha iyi anlıyoruz.
Peki ya “duvar edebiyatı” dersek yanlış bir tabir kullanmış olur muyuz? Edebiyat ve duvar ortak bir paydada buluşabilir mi? Evet bildiğimiz duvardan bahsediyoruz, taşların, tuğlaların üst üste getirilmesiyle oluşturulan bazen yüksek, bazen alçak bir yapı olan. Tek işlevi bu mu olmuştur? Çin Seddi de bir duvardır mesela. Hem de uzaydan görüntülenebilen dünyanın en uzun duvarı. “Duvarlar üstüme üstüme geliyor” veya “ne kadar taş kalplisin” derken duvarların cansız, hissiz yapılardan ibaret olduğunu mu vurguluyoruz? Oysa duvardaki bir yazı ile edebiyatla tanışmak mümkün.
Duvarların aşka, hasrete ev sahipliği etme vakti. Yazının yazılmış olduğu duvar bir duvarın ötesindedir artık. Kimilerinin ise basılmamış kitabıdır. Kişi acısını, aşkını, üzüntüsünü yani içini döker. Bundan sonra hisleşen etkili bir yüzeydir duvar, bizimle konuşmaya başlayan.. Nasıl mı?
“Bu sokaktan geçtikçe beni hatırlayacaksın” evet bu sokaktan geçen her kişinin gözü ilişir istemsizce, onun gibi hissetmeye başlarsınız. Onu hatırlarsınız o kim bilmeden.
Ve yine köşeyi döner dönmez karşılaşacağınız bir yazı daha “olursa olur olmazsa alıştık zaten J” imla hatası aranmaz yazıda, estetik kaygı güdülmeden yazılır. Cümlenin sonuna konulmuş bir gülücük. Olmayacak olmasına alıştığının küçük bir sembolüdür aslında bu gülücük. Ve bazen sevdiğine söylemeye cesaret edemediği sözleri pek naif bir şekilde iliştirir duvara beyaz tebeşirle “Yanlış anlama da öyle güzel gülünmez.” İstanbul Kadıköy sokaklarından geçerken bir binanın kolonunda gözüme çarpan bir duvar yazısı. Bu seferki farklıydı; “Sana Kalbim Geçti” yazının hemen üstünde bir baykuş figürü. Kalbini, sevgisini teslim etmiş midir gerçekten bilemeyiz. Ama kelimelerin zihninizde yankılanması kaçınılmaz olur. Mıhlanıp kalırsınız, çoktan hissiyatınıza dokunmuştur.
Demir, paslanmış bir kapının üstüne beyaz yağlı boyayla, kocaman harflerle “HAYATI SEV” yazılmış. Bazen aynı yazının bir hafta arayla üstünün karalandığını görürüz. Artık umudunun bittiğinin bir göstergesi halini alır.
Edebiyat ister kitapta, ister zihinde ve ister duvarda olsun yazılan her yazıda her dizede kendimizi buluruz ve asıl bu noktada başlıyor edebiyat.
Hoşça kalın, o zaman şiir duvarda.