Yıllardır süren ve yaşamın öteki yüzü anlamına gelen ölümün gölgesi savaşın, tarih sahnesine ne zaman çıktığını bilmek için insanoğlunun bir araya gelerek kin ve nefreti iliklerinde hissettikleri zamana yolculuk etmek gerekir. Savaş ve kavgaların ne için olduğu, kin ve nefretin doğuş hikâyesi insanlığın varoluşunda gizlidir. Savaşları var edenler ile savaşlarla var olanlar arasındaki amansız kavga, savaşın da acımasız fakat bir o kadar da onurlu hâlini akıllarımıza kazıdı. Bu mücadele gladyatörlerin bir gün özgür kalabilme rüyasıyla vermiş olduğu ve aslında bizlerin de ayakta kalmak için hayata karşı verdiği tüm savaşların kanlı hâlidir.
Roma imparatorluğu, M.Ö. 1. yüzyılda Augustus tarafından kurulan, tarihi ters düz eden, taşları ve şehirleri insanoğlunun tarihine ilmek ilmek işlemiş büyük imparatorluk. Yeryüzüne hüküm sürmüş ve insanlık çağını yeniden açan ve onurlu bir savaş üzerine ant içmiş en büyük savaşçıların hayata meydan okuma sahnesi… Arenaya çıkarak kendileri için biçilmiş ölüm elbiselerini üzerlerinden çıkarmayan, kılıçlarıyla kalabalıkların içindeki yalnız savaşçıların büyük dünyası… Gladyatörler: Tarihin ordular içindeki en yalnız savaşçıları. Bu savaşçıların, zamanla aralarındaki mesafe çok uzun fakat ölümle aralarındaki mesafe bir o kadar kısa idi. Nereden gelmekte kendilerine verilen bu isim? Gladyatör, kılıçla dövüşen kişi demek. Latince kökenli bu kelime, doğuştan efsane savaşçı olmak için yeminli ve her birinin farklı amaçlarla savaştığı kiminin kölelikten geldiği, kiminin savaş tanrılarının çocukları olduğuna inanıldığı için neredeyse soydan gelen ve damarlarındaki savaşçı kanıyla şereflendirildiği insanoğulları demekti. Savaşçılar, kaderleriyle geçmişlerinin buluşma ve savaşma noktası olan arenaya çıkarken çok farklı silahlarla çıkarlardı. Bu silahlar az sonra başlayacak olan bir özgürlük rüyasına dalış ve bunun mücadelesiydi. Korkuyu kılıçtan geçirmiş ve korkuya son vermiş kocaman yürekleri, hayalleri olan savaş tanrılarının çocuklarıydı gladyatörler. Kılıç, mızrak, ağ, kalkan, miğfer ve bellerinde kemer, arenanın kumlu zemininde ayakkabı ya da sandalet giyilmez, ayak bileklerini destekleyici kısa tozluk kullanırlardı. Onların hangi teçhizatı kullandıkları aynı zamanda kendilerinin hangi milletten olduğunu da gösterirdi. Kölelik baskısıyla her an dövüşmeye hazır birer savaşçıydılar. Özgürlük rüyasıyla çarpışan Capualılar, Trakyalılar, Galyalılar ve niceleri gibi. Kendilerine arenada savaşma şerefini veren gladyatör okulları, Luduslar tarafından sürekli yeni savaşçılar yetiştirirdi. Roma’nın eğlence anlayışı ilginç olan halkı için savaş tiyatroları kurulurdu. Roma’nın tüm imparatorlarının kalplerinde önemli bir yeri olan bu savaşlar aynı zamanda imparatorluğun tüm dünyaya Roma için savaşın sadece eğlenebilecekleri bir oyundan ibaret olduğu mesajını da vermekteydi. Tabii aynı zamanda savaşçıların kazandıkları her oyun, onların sahiplerini biraz daha onure ediyor ve daha çok kazandırıyordu. Kazandırdıkça da bu galibiyetler onları daha güçlü ve yenilmez kılıyordu. Her yıl baharın gelişi ve toprağa ilk cemrenin düşmesiyle yani nisan ayında başlardı. Temmuz, eylül ve kasım aylarına sığdırılarak yapılan bu savaşlar çok çetin ve tüm acımasızlığıyla yaşanıyordu. Arena kumlarını kan ve terle ıslatan kimi gladyatörler aslanlarla, kimileri tek başına beş gladyatöre karşı savaşıyordu. Kölelerin bazen timsahların bazen aslanların önlerine silah verilmeden atıldığı büyük karşılaşmalar onlar için büyük bir şölene dönüşmekteydi. Eğlence anlayışları bir hayli ilginç olan Roma halkı, hayranlık duyduğu ve kalplerinde yatan gladyatörünü arenada desteklemek için kolezyumda yerini alırdı. Hep bir ağızdan destekler, şarkılar söyler, bazen de arenaya gül yaprakları saçarlardı. Her genç kızın kalbinde yatan bir kahraman gladyatörü vardı. Çarşılarda, sokaklarda bu savaşçılar konuşulurdu. Onlar hakkında bir haber duyabilmek için şehrin neredeyse her noktasında gezen savaş tutkusuyla yanıp tutuşan gençler ile gladyatörlerin hikâyeleri masallaşır ve dilden dile yayılırdı. Artık Roma’da çocuklar bile her savaşçının sahip olması gerekenleri biliyordu. Dilden dile, evden eve uzanan bu hikâyeler artık Roma’nın magazini olmuş, soyluların bile dikkatini çeker hâle gelmişti. Soyluların da halk kadar meraklı olduğu gladyatörlerin her yaptıkları soyluların toplantılarında da konuşulurdu. Profesyonel savaşçılar, düzenli sıralar hâlinde yürüyerek Yaşam Kapısı’ndan geçer, arenaya girerler ve onurlarını kılıçları gibi kuşanarak bir ritüel haline gelen anlarda sihirli ve onurlu savaşmayı çağrıştıran o sözlerle imparatorluk locasına seslenirlerdi: “Ave Caesar! Morituri Salutamus” (Selam Ceasar! Ölmek üzere olanlar seni selamlıyor)bu onların ölüme merhaba deyişleri, rakibinin ve kendisinin kaderini kılıçla çizeceği destanı az sonra yazmak için attığı büyük adımdı. Arena da adımlar büyük ve kararlı atılır, en küçük hata affedilmezdi. İmparator savaşın en saygı duyulması gereken anında soluksuz kalan savaşçılara ve seyircilere bir el hareketiyle korkuyu yaşatabiliyordu. Kılıç sesinin kalabalıkları susturduğu savaş arenasında imparator isterse savaşı tersine çevirebiliyor ve gladyatörlerin kaderlerini belirliyordu. Savaşçılar kendileri için yazılan kaderlerini sahiplerinin ellerinde yaşıyor, çoğu zaman ise şerefli bir ölümü hak edip gerçek bir savaşçı gibi ölüme gidiyorlardı. Gözlerinde yok etme hırsı ama kalplerinde sevdiği kadına ya da çocuklarına bir gün kavuşabilmenin masum güzelliği… Arenada yok oluşun son saniyeleri, belki de özlemini çektiklerine son nefes koşuş ve mesafeleri yaran son bir bakıştı. İmparator Trajan kolezyumdaki bu savaşları öylesine ilerletmişti ki rivayete göre on binlerce insan ve hayvanın öldürüldüğü çok büyük bir şölenle Roma halkını inanılmaz heyecanlara sürüklemişti. Bitmeyen hırsları ve kana susamış eğlence tutkunu halk, arena oyunlarına doymak bilmiyor, savaşçılar ise ölümün soğukluğunu, karşılaşmaların terleten sıcaklığıyla ısıtıyordu âdeta. Nihayet Hristiyan imparator Honorius, senatoyu lağvederek MS. 404’te oyunlara son verinceye kadar arenadaki savaşlar devam etmiştir. Kıyasıya mücadelelere sahne olmuş arenada savaşın çocuklarının her karşılaşması bir kum fırtınasını andırırdı. Kılıçlarıyla ölümü tattıkları bu büyük arenalarda aynı zamanda tarihe de kılıç çeken bu savaşçılar, yenilgiye bile uğrasalar Roma’nın kutsal savaşçıları her daim halkının efsaneleri ve kahramanları olarak ölümsüzlüğe uzanmaktaydı. Uğruna savaştıkları her şeyi elde etmişçesine şan ve şerefle yâd edilmekteydiler. Yıllarca devam eden arena savaşları, insanlığın çağımızda tüm değerlere karşı açtıkları savaşların aksine onurlu bir amaç için yapılırdı. Kazananı veya kaybedeni olmayan bu antik savaşlarda, büyük savaşçıların yüreklerindeki savaşma ruhu, onları arenada kum ve kanların arasında üç kelimelik bir yaşama sürüklemişti. Özgürlük rüyasıyla savaşmak…